Agâh Ol!Agâh Ol!

Agâh Ol!

“Kişi bilmediğinin düşmanıdır ve bilmek bize dostluğun cennet kokusunu vadeder.” diyor Kemal Sayar hocam “Yavaşla” kitabında. Hakikaten öyle mi? Hadi beraberce hasbihal edelim.

Türk Dil Kurumu’nun arama motoruna “bilmek” kelimesini yazdığımda tam 14 tane tanım çıktı. O an yüzümdeki şaşkınlık görülmeye değerdi. Tanımları ve örnekleri okurken aklıma üniversite sınavına hazırlanırken “... kelimesi yukarıda kaç farklı anlamda kullanılmıştır?” tarzındaki sorular geldi. Zorlandığım soru tiplerinden biriydi ayrıca. Aslına bakarsanız tanımlamalar hiç de yabancı değildi. Sadece böyle vasat (?) bir kelimenin bu kadar manasının olması beni haylice düşündürmüştü. Sizinle şahsıma en yakın hissettiğim tanımı paylaşacağım:

Bilmek; bir şeyi anlamak, onun farkına varmak, gerçeğine ermek.

Bu tanım bana “agâh ol” mefhumunu anımsattı. Bu kelimeyi Hikmet Anıl Öztekin abimin “Sufi Sözlük” adlı kitabından heybeme katmıştım. Orada bu mefhumla alakalı kesiti sizlerle paylaşmak istiyorum:

Kendine gelmek, farkında olmak, uyanık olmak, bir şeyi anlamak, gerçeğe ermek anlamına gelir. Daha çok mecazi bir uyanıklığı anlatır ancak Mevlevilikte uykudan uyandırılmak istenen dervişlerin yastıklarına hafifçe vurup onlara “agâh ol erenler” denildiği bilinmektedir.

Aslına bakarsanız iki tanımda da yer alan farkında olmak kelimesi can yakıcı bir kelimedir. Çünkü farkına vardıkça hayatın ve kendimin, tıpkı öz kütlesi sudan büyük cisimler gibi dünyevi lezzetlerim dibe çökmeye başladı. Hatta kimi zaman taşan suyum bile oldu. Hüzünler… Ne kadar ağır olduğunu düşünsem de suyun üstünde kaldılar. Birden kaldırma kuvveti problemi çözerken buldum kendimi. Sonuca varmak istemedim. Çünkü tek çare ölümü beklemekmiş gibi hissettim. Ahirül emr bilmek yani farkına varmak hayata -dünyaya- atfettiğimiz onca kıymeti kaldırıp yere çakıyor ve ortalık tuzla buz…

Ama sonra bir ortamda sohbet ederken bir şeyler paylaşabilmenin hazzının da bilmek olduğunu temaşa edebiliyorum. Hemen ardından yıllar evvel seyrettiğim “Yunus Emre” dizisinde Tapduk Emre’nin Yunus Emre’ye verdiği ilk zikrin “bilmem” olduğunu anımsayınca çakılıyorum olduğum yere. Beraberinde “Kendini bilen Rabbini bilir” sözü bir rüzgâr bulutu gibi etrafımı sarıyor. Rabbimi bilmenin mümkün olup olmadığını düşünmeye dalıyorum. Çıkmaza mı girdim ne?

Hasılı bilmek üzerine tuttuğumuz mercekleri arttırabiliriz: Ayşe’nin, Taha’nın, hekimin, annenin merceği… Bunlar ise Eda’nın merceğinden. Kelimelere yüklediğimiz manalar bizlerin biricikliğiyle, donanımıyla, hayatı kavrayışımızla şekilleniyor. Hatta gün içerisindeki duygu değişimlerimizden bile etkileniyor.

Yakın zamanda rast geldiğim Fuzuli’nin beni sarsan cümleleriyle mürekkebimin son damlalarını akıtıyorum:

“İlm kesbiyle pâye-i rif’at
Ârzû-yı muhâl imiş ancak

Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kîl ü kâl imiş ancak”

(İlim yoluyla yücelmek, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir arzuymuş. Bu dünyada her ne var ise aşk, ilim de yalnızca boş bir lafmış.)

 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Sen de bir yorum yaz
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak.

En Çok Okunanlar

01




02




03




04




05




Sizin İçin Seçtiklerimiz






Tıbbiyeli Dergi















Son Yorumlar