Bilir Misin Nereye Gidiyoruz?
İlk kez okumak için evden ayrıldığım zamanları anımsıyorum. Yeni idrak edebildiğim gurbet kavramıyla sılaya nasıl hasret koyduğunu, sıcacık bir anne kokusunun özlemiyle nasıl garip kalındığını; yurt denilen, içinde kaldığım kız konuk evinin gerçekten yurdum, yuvam olup olmadığını sorguladım. Tanıdık bir yüz bulma ümidiyle aynaya baktığım zamanlar içerisinde kendime bir derttaş aradım. Aile, insanı hayata bağlayan doğrular ve değerler bütünüymüş. Yurtta kalmam ile bunu idrak edebildim. Anadolu’nun dört bir köşesinden gelen yabancı yüzlerden ziyade bu yabancı yüzlerin her birinin gelirken getirdiği yaşayışlar ile farklı doğruları ve yanlışları, benim doğrularımı ve yanlışlarımı sorgulamama neden oldu. Yalnızlığımı hissetmemin nedeni yabancı yüzlerden ziyade yabancı yaşayışlardı. Yıldızların bile bulutların arkasında yitip gittiği gece karanlığında ruhumu emanet edebileceğim bir dost aradım, ünsiyet edebileceğim bir ruh düşledim. Semada savrulan hayatımın ipini bağlayacak bir direk bulmaya çalıştığım sırada aklımda olan soru: “Ben hayatımı neye müteallik yaşıyorum?” oldu. İlişki olabilecek bir yaşam istedim, doğru ve yanlışları kâinatın her yerinde aynı olmakla beni her yerde yabancılıktan azat eden bir yaşam…
Bir siyer kitabında Mekke’de kurulan uluslararası panayırlar sayesinde Mekke ile Yesrib arasında birçok göçün olduğunu okumuştum. (Muhammed Hamidullah, “Hayber”, DİA, XVII, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul1998, s. 20-22.) Hindistan ve Doğu Afrika sahilinden gelen mallar Yesrib’e uğradıktan sonra Mısır, Suriye ve Irak bölgelerine götürülmekteymiş. (Mahmud Esad, s. 151.) Zengin su kaynakları ve verimli toprağı sayesinde tarım yapabilmek için Yesrib şehrine göçler olmaktaymış. (Semhûdî, Vefâ, IV, 58. Burrû, Târîh, s. 184.) Hatta Romalılar tarafından zulme uğrayan Yahudilerin de buraya yerleştiği bilinmektedir. (Arslantaş, Hz. Muhammed Döneminde Yahudiler, s. 74). Dûmetülcendel panayırında da şiir müsabakaları tertip edilirdi, bu panayırın da Yesrib ve civar illerde kurulduğu söyleniyormuş. (Bkz. Çetin, Nihad M., “Arap” (Yazı), DİA, III, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul1991, s. 287.) Yesrib şehrinin bu gibi sebeplerden birçok göç aldığını okudum. Bu olayda göç kavramı ile hicret kavramlarının birbirinden farklı olduğunun idrakine vardım. Dünya üzerinde birçok göç gerçekleştiği hâlde Peygamberimizin Yesrib'e gitmesine göç değil hicret denilmiş. Hicret bir göç çeşidi olarak adlandırılmamış. Hicret hicrettir ve bunu kıymetli yapanın, bu manada hicreti hicret yapanın ne olduğu sorusu ile karşı karşıyaydım.
Memleketimden yurda gidişimi sorguladım. Peygamberimizin yurdundan ayrılıp hicret ederkenki hâli ile az da olsa hâllenmek ve hissedebilmek için durup düşündüm. Göçü hicretten ayıran ne uğruna hareket ettiğin idi. Hangi amaçla gidiyordun? Memleketimden çıkıp okumaya giderken Allah rızasını gözetebiliyor muyum? Rabbimi vekil bilerek hareketimi devam ettirebiliyorsam gidişim basit bir göç hareketi olmaktan çıkacaktır.
Kitabın devamında artık Yesrib Medine diye anılır oldu. Bu demektir ki ıstılahi manada hicret Medine’ye, göç ise Yesrib'e yapılmıştı. Göçü hicrete, Yesrib’i Medine’ye çeviren İslam’ın nurudur kanısına vardım. Kendi hayatımı bu nur ile mi yaşıyordum? Gittiğim yerleri Medine’ye, gidişimi hicrete dönüştürebiliyor muydum?
Kendi yalnız hâlimden ibret alarak “Muhacir gurbette midir?” sorusunu sordum. “Hayır!” cevabı dudaklarımdan dökülürken bomboş olan yurdun koridorlarını inletti. Hicret az kişi ile yapıldı. Demek ki hicret ne az olmaktır ne yalnız bulunmaktır ne de yad ellerde kalmaktır. Müslüman nereye giderse hicrettedir. Kâinatın her bir zerresi Yaratıcı’nın kuralları dairesinde görevini yerine getirmektedir. Her nereye gidersem gideyim Yaratıcım ve O’nun kuralları ile karşılanacağım, ağırlanacağım. Evrenin, Yaratıcısı’nın kuralları dâhilinde hareket etmesi kalbime bir sükûnet getirdi. Böylece bu dünyada güzel bir şekilde ağırlandığım ve ağırlanacağım kanısına vardım. İşte şimdi derin ve temiz bir nefes ile rahatladım.