YAŞAMAK 🌱YAŞAMAK 🌱

YAŞAMAK 🌱

      Doğum serüveni ile başlayan insan hayatında temel gelişim evreleri, diğer canlılarda olduğundan farklı olarak, doğduktan sonra da uzunca bir süre devam eder. Örneğin bir kedi yavrusu dünyaya geldikten birkaç hafta sonra temel kabiliyetlerine ulaşırken bir bebeğin oturmayı, yemek yemeyi, koşmayı yapabilir hâle gelmesi yıllar sürer. İnsanın fiziksel ve motor gelişiminin yanında duygu ve düşünce sistemi de evrelerden geçer. Bebekken daha çok geleni kabul eder, temel rahatsızlıklarını tek tepkiyle belli eder; çocukken seçmeyi, çeşitli duyguları öğrenmiştir ve bu duygularla tepki verir; ergenlik yaşlarında birey olmak isteyiş ile davranışlarda bulunur. Bu süreçlerin devamında gençlikle beraber kişiliğini inşa eder ve nihayet yetişkindir. Ancak yetişkin evreye gelene kadar değişim evrelerinden geçen insanın yolculuğu bitmez; yaş aldıkça, yaşadıkları arttıkça düşünceleri ve yaşayışı evrilir durur. 

      İnsanın durumu Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle geçmektedir: “Sizler hiçbir şey bilmez bir durumdayken Allah sizi analarınızın karnından dışarı çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler, kalpler1 verdi.”2 Gerçekten hiçbir şey bilmeyen insanın sürecini Allah öyle bir şekilde yaratmıştır ki, insanoğlu fiziksel kabiliyetlerine aşama aşama kusursuzca erişir. Kendi kendine dahi doğrulamayan bedeni zamanla hareket yetilerine erişir. Peki ya ayette belirtilen, bize verilen ve hepimiz için ayrı ayrı yaratılmış göz, kulak ve kalbimiz? Bunların da bir süreci, evrilmesi gereken gelişimi var mıdır? Aslında doğum itibariyle bu organlar fizyolojik açıdan genel anlamda tam gelişmiş haldedir, oysa manevi anlamda bir gelişime tabi tutmak gerekir. Gözü, kulağı, kalbi korumak; iyiyle ve güzelle hemhâl etmek, eğitmek gerekir. Bu şekilde muhafaza edilen organlar öncelikle kişiyi korur, sonrasında kendisi güzelleşen insan çevresine de güzellik saçar. Bu süreçlerle, sahip olunan göz ve kulak, kalbe Rabbini hissettiren girdiler alır. Gördükleri, duydukları ona Allah'ı hatırlatır ve ayette belirtilen şükretme eylemi önce zihninde akseder. Zihnindeki ve kalbindeki şükür duygusu ise ibadetleri ile vücut bulur. Böylece şükretmemiz için bahşedilen bu organlarımız yaradılış görevlerine erişmiş olur. 

      İlkbaharda filizlenen ağaç dalındaki bir tomurcuğu gördün mü? Yenidoğan bir bebeğin annesine gülümseyişine tanık oldun mu? Hoş bir sohbet meclisinde ya da çok sevdiğin biriyle muhabbetin güzelliğini kalbinde hissedip huzur ile doldun mu? Güneş ışığının parıltılarının düştüğü o masmavi denizin içinde sonsuzluk düşüncesine daldın mı?

      Bizlere verdiğin göz, kulak ve kalpten ötürü sana şükürler olsun Allah'ım. Mucizelerini fark edecek idrak nasip et ve bu idrakı daim kıl. Muhakkak ki Rahman, Rahîm, Alîm olan sensin.
 

Dipnotlar

1(a): "Kalpler” diye çevirdiğimiz ef’ide kelimesinin tekili olan fuâd, kaynaklarda genellikle “kalp” diye açıklanmakta, kalp ise Türkçe’deki “gönül” manasının yanında, özellikle eski kaynaklarda, bilgi olayıyla ilgili olduğu konumlarda “bilme ve kavrama gücü, akıl” anlamında kullanılmaktadır. (Kur'an Yolu Tefsiri)
 (b): Yazıda kalp kelimesi -bağlam olarak ayet tefsirine ters düşmeyecek şekilde-  daha çok organ olarak kalp ve gönül manasında kullanılmıştır.

2Nahl, 78
 

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Sen de bir yorum yaz
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak.

En Çok Okunanlar

01




02




03




04




05




Sizin İçin Seçtiklerimiz






Tıbbiyeli Dergi















Son Yorumlar