Enfüsten Afaka Yolculuk Enfüsten Afaka Yolculuk

Enfüsten Afaka Yolculuk

İnsan eşref-i mahlukattır. Yani yaratılmışlar arasındaki en şerefli varlık. Onun bu vasfı, insanın yeryüzünde Allah’ın halifesi olması gibi bir mesuliyeti de beraberinde getirir. İnsan ne kadar yeryüzünde iyiliği çoğaltır; yeryüzünü inşa, ihya ve ibda ederse o kadar hz. insan olmaya yaklaşır. Zira insan en güzel biçimde yaratıldığı halde aşağıların aşağısına da inebilmektedir. İnsanın vazifesini layığıyla ifa etmesi, yeryüzünde Allah’ın emirlerini, adaleti, iyiliği ve güzelliği en kamil şekilde tahsis ettirmesine bağlıdır. Bu ihya çalışması iki boyutludur: enfüste ve afakta…

İnsanın enfüs boyutunda, yani kendi iç dünyasında sürekli iyilik ve kötülük çekişme halindedir. Tasavvufta kötünün tarafı nefs (nefs-i emmare), iyiliğin tarafı ise ruhtur. Kalp ise bu ikisi arasındaki çekişmede dengeyi kurmakla vazifelendirilmiştir. İnsanın bedeni, nefsi yani hayvani tarafı topraktan yaratılmıştır. Diğer hayvanlarla hemen hemen aynı güdülere sahiptir. Yemek, içmek ve cinsellik gibi en temel güdülerinin doyumunu ister. Lakin bu nefs pek doyumsuzdur. Hep ifrata kaçar ve kalbe her daim onu hayvaniliğe çekmek hususunda baskı yapar. Buna mukabil ruh ise insana Allah tarafından üflenmiştir. Dolayısıyla insanın, ilahi olanla, aşkın olanla münasebetindeki etkendir. İnsanı daima iyiliğe ve güzelliğe sevk eder, ilahi vasıflarla boyanma çalışır.

Kalp tasavvufta aynaya benzetilir. Bu ayna nefsin isteklerine boyun eğip ruhunu mahpus ettikçe kararır, paslanır. İlahi tecellileri yansıtamaz hale gelir. Alem-i asgar olan insan, yani bu alemdeki her şeyden birer numune taşıyan insan, Allah’ın tecellilerini her yerde (hem enfüste hem afakta) müşahede etmekle mükelleftir. Zira insan akıl baliğ olduğunda, İslam üzere yaşayacağının teminatını verirken evvela “eşhedü” der. Şahitlik eder. Allah’tan başka ilahın olmadığına, yeryüzünde, gökyüzünde; zerrecikten fezanın derinliklerine kadar her şeyin Allah’tan olduğunun, sonsuz güç, kudret ve ilmin onda olduğuna şahitlik eder. Rabbim hayretimi arttır diyen insan, her yerde Allah’a ait esmaların tecellilerini görmeye çalışır.

Lakin kalp aynası paslanmış olan insan bu tecellileri layığıyla müşahede edemez. İlahi tecellileri ve güzellikleri müşahede edemeyen insan yeryüzünde ne iyiliği çoğaltabilir ne de güzelliği aksettirebilir. Bundan dolayıdır ki insan evvela kendi içindeki hayvani tarafını, onu eşref-i mahlukattan esfel-i safiline çeken tarafını ıslah etmelidir ve kalp aynasını, ilahi vasıfları layığıyla yansıtacak şekilde cilalamalıdır.

Mevlana hazretlerinin bir hikayesi vardır. Vakti zamanında bir padişah, Rum ve Çin ressamlarından hangisinin daha güzel resim yapacağını görmek için bir yarışma yapar. İki tarafın ressamlarını da bir odaya koyar ve aralarına perde çeker. Çinli ressamlar binbir çeşit renkle adeta dans edercesine muazzam bir resim yaparlar, kendi duvarlarına. Rum ressamlar ise ellerine temizlik malzemelerini alır ve duvarları temizlemeye başlar. Yıkarlar, köpürtürler ve nihayetinden bir ayna olacak kadar cilalarlar. Aradan perde kalkar. Padişah önce Çinli ressamların eserine bakar. Ve çok etkilenir. Zira bir renk cümbüşü vardır. Diğer tarafa dönüp baktığında ise gördüğü manzara karşısında hayretinden adeta nutku tutulur. Rum ressamların duvarında akseden Çinli ressamların renk cümbüşü, olağanüstü bir güzelliği bürünmüştür. Bu misaldeki gibi, insan da eğer kalp aynasını layığıyla temizlerse ilahi güzellikleri kamil şekilde aksettirebilir. Yani iyilik “ben”de başlar.

İnsanın tekamül yolculuğunda nefs’i ona yoldaşlık eder. Tasavvufta nefs çeşitli sembollerle anlatılmıştır. Bunlardan birisi de Mevlana hazretlerine göre bir binek hayvanıdır. İnsan o bineğin sahibidir. Kalp, ruhunun gösterdiği “aşkın” menzile doğru istikamet alır ve yola çıkar. Bu yolculukta bineğinin dizginlerini en başta sıkı tutmalıdır. Zira o binek yolculuğun ilk safhalarında pek hırçındır ve insanı yoldan alıkoymak ister. Bundan dolayı yolcu her daim uyanık olmalı ve dizginleri elinden kaçırmamalıdır. Eğer dizginleri kaçırırsa yoldan olur ve emaneti zayi etme tehlikesine düşer. O emanet ki dağlara taşlara teklif edilmiştir de yalnızca insan kabul etmiştir. İnsan emanetinden gafil kalmasıyla esasen kendisine zulmetmektedir. Nitekim Hz. Adem ile Hz. Havva cennetten kovulduklarında şöyle dua etmişlerdir: Ey Rabb'imiz! Biz, kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan oluruz. (A’raf: 23) İnsan kendine de nefsine de zulmetmemelidir.

İnsan enfüsünde iyiliği yaşatıp çoğaltırken afakından da gafil kalmamalıdır. Zira iyilik “ben”de başlasa da “ben”i aşmakla tekamül eder. İnsan iyiliği içinde o kadar çoğaltmalıdır ki gönlünden bir pınar gibi fışkırsın ve kainata can versin. Burada bir akış söz konusudur. Bu akış enfüsten afakadır. Bir kuşun iki kanadı gibidir. Bir kanat enfüstedir, diğer kanat ise afakındadır. Bu iki kanattan biri işlevini yapamaz olursa göklere asla yükselemez…

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Sen de bir yorum yaz
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak.

En Çok Okunanlar

01




02




03




04




05




Sizin İçin Seçtiklerimiz






Tıbbiyeli Dergi















Son Yorumlar