Yürümek İçin Nedenlerim VarYürümek İçin Nedenlerim Var
Görsel: unsplash.com

Yürümek İçin Nedenlerim Var

“Korkuyorum, ama yürümek için nedenlerim var.” Aliya İzzetbegoviç’in bu cümleleri söylediği hatıratıyla karşılaştığımda henüz üniversite birinci sınıftaydım. Hepimizin hayatında çok korktuğu, kırıldığı, üzüldüğü, yürümeye devam edecek gücünün olmadığını düşündüğü zamanları olmuştur. Hepimiz bu hayat yolunda birer yolcuyuz. O dönem benim için o zamana kadar varlıklarını dahi fark etmediğim korkularımın birden sanki freni boşalmış bir kamyon gibi üzerime geldiği bir dönemdi. Şu an ne yapmak istediğini bilen, hangi yolda yürüdüğünün farkında ve bundan tatmin olan, bu yolda ürkek ve çelimsiz değil güçlü ve emin adımlarla yürüyen, bazı zorlukları yaşamış ve bunlardan hakikat derslerini almış ve hepsinin bir kolaylığa inkılab ettiğine şahit olmuş bir Tarık olarak bunları konuşmak benim için çok kolay. Fakat o zamanki Tarık, değil bunlardan bahsetmek; onların varlığını kabul etmekten dahi korkuyordu. Pişman olmaktan korkuyordu, kaybetmekten korkuyordu, çabalarının boşa gitmesinden korkuyordu, başaramamaktan korkuyordu; yanlış niyet etmekten, yanlış hayal kurmaktan, yanlış dua etmekten bile korkuyordu. Tüm bu korkuları onu adım atmaktan alıkoyuyordu. Çünkü her hata adım atmakla başlardı. Bir yandan bu düşüncelerin varlığını ve bunların hiç de inancıma uygun düşünceler olmadığını farketmek beni bir suçluluk hissiyatının eşiğine götürüyordu. Bir yandan da bunu bir başkasına açamayacak kadar utanç duyuyordum. Çünkü o zamana kadar hep çevremdeki insanlara, akranlarıma hatta benden büyüklere bile teselli veren, zaman zaman yol gösteren, yaşıtlarından büyük bir olgunlukta olan, farklı bir ferasetle olayları yorumlayan biri olmuştum. Hayatımın en deli dolu geçmesi gereken, kendimi yetiştirebileceğim, sorumluluklarımın nispeten az olduğu dönemde bu duygu ve düşüncelere kapılıyor olmak beni çok üzüyordu. Üzerime yapışıp kalan güçlü ve olgun imajımı zihnimin içerisinden bir türlü söküp atamıyordum ve şu anki halim de bu imaja uygun düşmüyordu. Bir gün bir arkadaşımın aylık aldığı bir dergiyi karıştırırken Aliya’nın bu hatıratıyla karşılaştım. Yaşadığım zorluklar zahiren onunkinin kıyısından bile geçmezdi ama bu hayat biraz da ona yüklediğimiz anlamlarla hemhal olduğu için belki de ondan daha fazla korkuyordum. Ona korkup korkmadığını soran kadına “elbette korkuyorum, ben de normal bir insanım” demesi üzerine hayretler içerisinde dergiye bakakaldığımı hatırlıyorum. “Elbette korkuyorum, ben de bir insanım” Demek ki, korkmak insani bir eylemdi ve benim güçsüz olduğumu, zavallı olduğumu, cesaretsiz olduğumu değil; yalnızca normal bir insan olduğumu gösterirdi. Demek başkanlar bile korkabilirdi, bir insan hayatının her anında güçlü veya cesur olamazdı. Bunları farkettiğimde üç aylık maaşını bir çırpıda tüketmiş de nihayet diğer ulufesini henüz almış bir yeniçeri gibi; dergah dergah dolaşmış da nihayet kendi meşrebine uygun yolu bulmuş mürid gibi; ümitsizlik karanlığında kalmış da penceresinden bir huzme ümit girmiş mahkum gibi sevinmiştim. Bunu fark edip normalleştirdikten sonra sıra nasıl devam edeceğime gelmişti. Çünkü haddinden fazla her korku, hepimizin ayaklarında görünmeyen prangalardır; elimizi kolumuzu bağlayan bir şeyler yapmamıza mani olan kelepçelerdir, varımızı yok eden olurumuzu olmaz eden zihni bariyerlerdir. Bu bariyerlerin sadece bizim değil sevdiklerimizin de engelleri olmaya başladığını çocuklarını bir sokak öteye başlarına bir şey gelir korkusuyla gönderemeyen, evlerinin bahçesinde oynamalarına izin veremeyen annenin korkularını gördüğümde anladım. Korkularımız yüzleşmek, karşılaşmak istemediğimiz şeylerden korunmamıza sebep oluyordu. Fakat görüyordum ki haddinde kalmadığında yapabileceğimiz nice hayırlı işten de bizi alıkoyuyordu. Tam da burada “yürümek için sebeplerim var” diyordu Aliya. Evet korkuyorum ama yürümek için sebeplerim var. Adını koyduğum veya koyamadığım onlarca korkum var, ümitsiz düşüncelerim hayal kırıklıklarım var. Fakat ben bu hayattan yalnızca bir defa geçeceğim, ben bu yoldan yalnızca bir defa yürüyeceğim ve biliyorum ki gitmek istediğim esas yere gitmek için burada çalışmam ve iyi işler yapmam gerekiyor. Ben kendine ve insanlığa faydalı bir kimse olmak istiyorum. Ben varlığı insanlara külfet değil, nimet olan insanlardan olmak istiyorum. Ben Rabbimin rızasını kazanabilmek için burada çalışmak zorundayım. Ben yaşanmamış bir hayatın yasını tutmak değil, güzel yaşanmışlıkları olan bir hayatın coşkusunu taşımak istiyorum. Ben hayatından şikayetle bir ömür geçirmiş kimselerden olmak değil, “umudu sol cebinden eksik etmeyenler”den olmak istiyorum. Ben Rabbime şükrümün bir göstergesi olarak gözlerimin içiyle gülmeyi ve diğer insanlar için bunun vesilesi olabilmeyi istiyorum. Ben Rabbimin içime koyduğu hayır tohumlarının yeşillenmesini istiyorum, bunun için gayret göstermek istiyorum. Rabbimden daima beni istikamet üzere tutmasını, ayağımın kaymasına izin vermemesini, hidayet nurunu benden çekmemesini, razı olduğu yolda rızası için gayret ve şevk ihsan etmesini ve güzel bir ölümle emanetini teslim almasını istiyorum. Ey korkularım, ey hayal kırıklıklarım, umutsuzluklarım, düşüp kalmalarım! Sizleri de heybeme katıp yürümeye devam edeceğim, çünkü yürümek için nedenlerim var! Geriye dönüp baktığımda yine o zamanlar, klişe bir tabirle “insanlar için küçük ama benim için büyük” adımlar atmaya başladığımı görüyorum. Yolda hiç tanımadığım insanlara selam verme ödevleri koydum kendime, zordu. Türlü türlü insan ve türlü türlü ihtimal vardı. Ama şu an bu salonda yüzlerce insanın karşısında bir şeyler söyleyebiliyorsam buna ilk adımı o gün attım. Duraklarda, sıralarda bekleyen insanlarla bir iki dakikalık sohbetler etmeye başladım sonra. Şehrin kalabalık meydanlarında karşımda kimse olmamasına rağmen arkadaşımı görmüş gibi adını haykırmaya başladım. Korkularımdan yalnızca biri olan insanlarla konuşma, kalabalıklara karışma korkum böyle böyle bıraktı beni. “Tarık Bey” derseniz, “Yıllarca okudunuz, nice insanın gözlerinin şifasına vesile oldunuz. Bir sürü insan gördünüz, bir sürü şeyle karşılaştınız. Hayatınızın tam da bu kısmında yaşlılığın eşiğinden henüz geçmişken gençlere nasihat namına ne söylersiniz?” Ben de derim ki: “Sevgili çocuklarım, Her şeyden önce bizler Rabbimizin eşrefi mahlukat olarak yarattığı nev olan insan neviyiz. O’nun bizden muradının ne olduğunu iyi anlamalı ve kabiliyetlerimiz doğrultusunda O’nun rızasına ermek için gayret etmeliyiz. Bu yolda yürürken ayağımıza dikenler batabilir, taşlar takılabilir. Müddet-i ömrüm boyunca bunları yaşamayan bir insan bile görmedim. Ama her defasında bir çaresini bulup, alacağımız dersi alıp yürümeye devam etmeliyiz.”

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Sen de bir yorum yaz
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak.

En Çok Okunanlar

01




02




03




04




05




Sizin İçin Seçtiklerimiz






Tıbbiyeli Dergi















Son Yorumlar