Afetten Rahmete
Yoğun geçen bir haftanın sonunda iki günlük dinlenme fırsatını elimden geldiğince kullanmaya çalıştım. Bir süre gündelik işlerden uzaklaşıp evimize, aileme dönmek ve onlarla vakit geçirmek her zaman beni tazelerdi. Evdekilerle beraber rahatça kahvaltı yapmak, çayın sıcaklığı eşliğinde tatlı muhabbetlere dalmak pek hoştu. Kendimizden, akrabalardan, şuradan buradan konuşmalar ve gülüşmeler her zaman pek keyif verirdi. Dünya işlerinden ötürü pek vakit ayıramadığım ahiret işlerine ağırlık verir, ihmal ettiğim veya etmek zorunda kaldığım işlere odaklanırdım. Gün biter, ertesi başlar; yarının telaşı ve sıkıntısı hava kararmaya yüz tuttukça hafiften kendini hissettirirdi.
Bugün pazar… Kaçıncı pazarım, daha kaç pazar göreceğim acaba diye düşünüyorum.
Yarın görüşürüz inşallah, diyerek telefonu kapattım. Birkaç sayfa kitap okudum, yattım yuvarlandım, ailemle şakalaştım, gülüştük. Derken gece oldu. İyi geceler. Allah rahatlık versin. Hayırlı geceler.
Uykumda bir şeyler oldu, yatağım sarsıldı. Bir şeyler devrildi. Üzerime ağırlıklar çöktü. Sesim pek çıkmadı, bir iki zorlu nefes alıp verdim. Sonra derin bir sessizlik. Anlamadım ne oluyor.
Üzerimdeki tonlarca ağırlık, yerini kuş hafifliğine bıraktı. Ayağa kalktım, kendi bedenime baktım. O zaman anladım. Ölmüşüm.
Sonrasını biliyorsunuz.
Bu olaylar başıma gelmeden önce benim de böyle şeyler aklımın ucundan geçmezdi. Hayat sıradandı. Sabahları herkes bir yerlere dağılır, akşamları dönülür, günün tüm yorgunluğu üzerimize çöker, gece dinlenilir ve ertesi gün sar başa, devam hayata. Her gün birbirinden pek farklıdır aslında ancak hep aynı gibi gelir. Hafta biter, hafta başlar; insan yaşar, ömür kısalır. Nihayetinde ecel gelir, beden ölür. Farkına varmayız pek. Kısmen bilincindeyiz, hep deriz “bir gün öleceğiz” ancak pek çoğumuz bunu özümseyemeyiz. Melek Azrail gelir, dünya biter, ışıklar söner. Sonra insan son defa uyanır. Melekler Münker-Nekir gelir, ahiret başlar, ışıklar yanar. Birileri beni sorgular: Neyle meşguldün, nerelerdeydin, ömrünü nerede ve neyle tükettin… Nasıl cevap verebilirim?
İnsanlar bedenimi enkazdan çıkartıyorlar, görüyorum, sağolsunlar. Bana mezar kazıyor, beni içine gömüyorlar ve üzerimi toprakla örtüyorlar. Ailemden kimileri enkaz altında kurtarılmayı bekliyor, kimileri arkamdan ağlıyor, bazıları şaşkın şaşkın bakıyor. Ne oldu, ne bitti, kim nasıl idrak edebilsin? Bugün de dünün aynısı olacaktı güya. Ölümden kime ne, benim başıma ölüm mü gelecekti uykumdayken?
Birileri ölüyor ve şehit oluyor, birileri hayatta kalmaya çalışıyor, ötekileri onlara yardımcı oluyor, bir başkaları uzak diyarlardan maddi manevi çaba sarf ediyor; diğerleri birbirleriyle dövüşüyor. Ölü bedenim üzerinden bir sürü tartışma çıkmış; dini, siyasi, sosyolojik tartışmalarla meşgul olanlar var, çıkar peşinde olanlar var, birbirlerini suçlayanlar var. Bana faydası yok. Enkaz altındaki anneme, babama, eşime, çocuğuma, komşuma, akrabama, arkadaşıma… Hiçbirimize zerrecik faydası yok. Onlar konuşadursunlar, birileri beni ve ailemi kurtarmak için çaba sarf etmeye devam ediyorlar, var olsunlar.
Ben ne yapıyorum peki? Benim halim aslında herkesten çetin. Öldüm diye kurtulmadım. Bir sorguyla, sınavla, sözlüyle uyandım. Yıllarca sınavlara girdim çıktım, böylesiyle karşılaşmadım. Evet diyorum, ömrümü Allah’ı anarak geçirdim veya en azından gayret gösterdim. Şimdi de afete kurban gittim, hadis-i şerife göre şehit oldum, değil mi? Melekler nihayet gülümsüyor. Ben gülümsüyorum. Muazzam bir bahçeye koyuyorlar beni. Kal, diyorlar burada. Bir süre burada duracaksın, sonra ailenle cennette kavuşacaksın. Sen, diye devam ediyorlar, kısa ömründe Allah’ı andın, O da her zaman olduğu gibi şimdi yine seni anıyor, bu sefer daha başka.
Nihayet diyorum, kurtuldum. Allah kısacık çabamı ödüllendirdi.
Aklıma bir şeyler geliyor. Ya melekler gülümsemeseydi? Hemen kaçıyorum bu fikirden, çünkü ben, sınavı geçtim. Arkamdakiler düşünsün. Gayretsiz zafer, zahmetsiz rahmet olmuyor. Esas durum bu.
Allah rahmet eylesin hepimize.