Âh Kalbim!
Bu hayatın ağır yolcularındanız biz de. Bizi bu denli ağırlaştıran yükümüz ne ola ki? Siretimizde büyüttüğümüz şu karanlığa ne zaman teğet geçecek bir aydınlık?
Müjgânlarımız birbirine sımsıkı sarıldığında başlıyor aslında her şey. Zamansız takvimler geriye doğru sarmaya başlıyor tam da o esnada. Aklımız ve kalbimiz arasında kuruluyor sırat köprülerimiz – ben bu köprüye “vicdanım” diye hitap ediyorum. Her yolculuğumuza burada başlıyor ve her yolculuğumuzu da burada sonlandırıyoruz. Aslında hayat tohumlarımızı tam da buraya ekiyoruz. Büyüyecek olan hayatlarımızın burada kök salması için; sinemizde en bereketli topraklardan koca bir boşluk oluşturuyoruz. Bir başka deyişle vicdanlarımızla büyütüyoruz hayatlarımızı, vicdanlarımızı hayatlarımızla değil.
Bağrı yanık bulutları yarıştırırken kendimizce, aynı bulutları yarıştıran diğer bizleri göremedik ömürce. Zamanı yavaşlatmak isteyenleri, kendine yenilenleri, yaşama sevincini kaybedenleri, düştüğü kuyudan çıkmak için uğraş verenleri, dua yükseltemeyenleri, kalbi gölgelenleri… göremedik. Hep aynıydık oysa. Bizler ne de olsa kardeştik. Hayat ağaçlarımızın köklerini hep birlikte sağlamlaştırıp, ümitlerimizi en göğe ulaştırmalıydık oysa. Gönül sınırlarımızın en ücra köşesini sulamayı da hep ıskalamış olduk böylece – kalbin en güzel ameliydi oysa gözyaşı.
Ağır hasarlar almıştı artık köklerimiz. Çürümeye, yeşermeden başlamıştı hayat ağaçlarımız.
Kalbimizin kapılarını kapattık hep beklenmedik misafirlere. Kendimizin de misafir olduğunu unuttuğumuzdan habersizdik. Her dem güzel şeyleri beklerdik, isterdik ama geleceğini unuttuklarımız da çalardı kapısını kalbimizin. Şükürsüzlüğümüze mağlup olduk hâsılı. Hiç, bilenlerle bilmeyenler bir olur muydu âh kalbim? Ölümden ürpermeden geçerken kabristanlardan, öldürdük vicdanımızın gül yağmuruna tutulmuş tevekküllerini.
Emanetimiz aynıydı ve tekti ancak; meyillerimiz farklıydı ki; sevda-i muhalifler arasında kalmıştık. Çocukluğumuzu düşlerimizin tatlı kaçamakları edeli çok ediyor lakin gençliğimizi daha gençken heba etmiştik. Emanetimizi de, sevdalarımızı da gençken kaybetmiştik. Yani yolun ta en başında düşürmüştük emanetimizi. Emanetimiz, sevdamıza dönüşemeden bükmüştük boynumuzu sırat köprülerimizi soluyan soylu karanlığa.
Sinemizde büyüttüğümüz hayatlarımız filizlenip, siretimizde çiçeklere yer verdiği vakit; teğet geçecek kararmış vicdanlarımızı Şems’ten kopmuş lalüebkem bir afraze…