Tıp İlmi, Şiir Sanatı ve Bir Şair-TabipTıp İlmi, Şiir Sanatı ve Bir Şair-Tabip

Tıp İlmi, Şiir Sanatı ve Bir Şair-Tabip

Hekimlik yüzyıllardır kıymet verilen ve kendisine kutsiyet atfedilen, bireye ve topluma bakan yönleri bulunan bir meslektir. İnsanla doğrudan ilişkili olması, hekimliğin hem kendi içindeki hem de toplum nazarındaki değerini artıran unsurların başında gelir. İnsan kavramı medeniyetimizde büyük bir yer teşkil eder. İnsana verilen bu önem hiç şüphesiz ilahi vahye muhatap olması ile yakından ilişkilidir, zira vahiy yaratıcının kula hitabıdır ve bu hitap tüm yaratılmışlar içinde yalnız insana mahsus kılınmıştır. Ezeli, ebedi, alemlerin yaratıcısı olan kadir-i mutlak Allah’ın insanla iletişim kurması ve onu doğru yola ulaştıracak peygamberler göndermesi, idrak melekesi zaafa uğramamış olanlar için Allah’ın merhametinin ve insana verdiği kıymetin çok açık bir delilidir. Bu kıymet insanın tutumuna göre tam manasıyla şekillenir, insan iradesini ortaya koyarak meleklerden yüce olmak ile esfel-i safilin arasında bir tercih yapmak durumundadır ve bu tercihi doğru yaptığı takdirde ancak kendi değerini anlayabilecek idrak seviyesine ulaşabilir. 

İnsana verilen öneme dair bir başka husus insanın gönül sahibi olmasıdır. Gönül kavramı medeniyetimizin teşekkülünde en önemli unsurlardan biridir; edebiyata, sanata ve tüm kültür kılcallarına işlemiş, insana bakışımızı en kuvvetli ve tesirli bir şekilde etkilemiş ve şekillendirmiştir. İmanın, sevgi ve nefretin, iyi ve kötü bütün duyguların kaynağı kabul edilen gönül tecelligâh-ı ilahidir, gönül şehrini bu tecelli için hazır ve mamur etmeye gayret eden kişi incitilmez, onun gönlü kırılmaz. Her insanın Allah’a yönelme kabiliyeti vardır ve her gönül ilahi nurun tecellisine namzettir, öyleyse Yunus Emre’nin "iki cihan bedbahtı kim bir gönül yıkar ise" ihtarı gereği, gönül yıkılmaz. 

İnsanın değeri divan şiirimizde de çeşitli şekillerde işlenmiştir. Bunun en veciz örneklerinden birini Şeyh Galib’de bulabiliriz: 

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen. 

Manevi kabiliyetlerle mücehhez kılınan insanı yaratılmışların gözbebeği, alemin özü ve en kıymetlisi olarak tavsif eden, bu derece yüksek bir payeye layık gören kültür dünyamızın, insanın bedenini ihmal etmesi söz konusu bile olamaz. İnsan vücudunun çeşitli elem ve sıkıntılardan kurtulmasına vesile olmaya matuf tıp ilmi insana verilen bu kıymet nispetinde değer ve alaka görmüştür, hal böyleyken tabiplik mesleğine kutsiyet atfedilmesinin şaşırılacak bir tarafı yoktur. 

Tababet, bir ilim olmanın yanında daima sanat olarak da değerlendirilmiştir. Tababet ve sanat ilişkisini ve tabiplik ile şairliğin buluşmasını Prof. Dr. Bilal Kemikli şu şekilde ortaya koyuyor: 

“…sağlık, bireyi ve toplumu alâkadar eden bir sorundur. Bu sorunu çözümlemeye matuf gelişen tıp, sadece bir ilmî aktivite değil, aynı zamanda bir sanattır. Tabip, tababeti tedris ederek bilimsel metotlarla hastaları tedavi edecek yetkinliğe gelirken bu sanatçı yönünü de geliştirir. Onun bu özelliği hasta ve hasta yakınlarıyla kurduğu iletişimden başlayarak, teşhis ve tedavi süreci içerisinde varlığını hissettirir. Doktorların diğer sanat dallarında temayüz etmesinde bu fikrî ve zihnî alt yapının payı büyüktür. Mamafih şiir sanatının tababetle, şairin de tabiple buluşmasında temelde ontolojik bir yakınlık bulunmaktadır.

Şiirle tababeti ontolojik anlamda yakınlaştıran bir başka husus, her ikisinin menşei itibariyle dînî alandan neşet ederek zamanla dünyevîleşmesinden yola çıkılarak izah edilebilir. Nitekim tababetin Batı’da tapınaklarda doğduğu düşünüldüğü gibi, Doğu’da da dînî muhit içerisinde ortaya çıktığı bilinmektedir. Hem bir şair, müzisyen ve dansçı olan şaman, aynı zamanda bir büyücü ve şifacıdır. Onun dinî görevi, icra ettiği bütün bu mesleklerle bir şekilde ilişkilendirilmiştir. Bu yüzdendir ki tabip, her şeyden önce bir aziz ve ermiştir. Günümüzde bile, geleneksel tıp kavramıyla isimlendirdiğimiz ve bazı veçheleri ile alternatif tıp olarak da değerlendirilen uygulamalarda şifacının benzeri bir misyonunun olduğu görülebilir. Bu itibarla kendisine kutsiyet atfedilen tabip (hakîm) ile veli-şair tipi arasında bir ilişki göze çarpar. Divan şairi, belki şaman değil; ama mutlak hakikati keşfetme ve ezelî güzelliği tavsif etme idealinde irfan sahibi bir kişidir. Onun bu idealini gerçekleştirmesinde mutlak hakikatin ve ezelî güzelliğin kâmil bir şekilde tecelli ettiği insanı esas alması kaçınılmazdır. Şu halde, tabâbet sanatı ile şiir sanatı, amaçları itibariyle de birbirlerine yakındır…”1

Tababet ve şiir sanatının ontolojik anlamda ve amaçları itibariyle var olan bu yakın ilişki neticesinde pek çok şair tabip yetişmiştir. Saymakla bitiremeyeceğimiz bu şair tabiplerden birisi Sultan Çelebi Mehmet’i de tedavi ettiği bilinen Germiyanlı Şeyhî (ö. 1431)’dir. 

Germiyanoğulları Beyliği’nin merkezi Kütahya’da doğan ve asıl adı Yusuf Sinaneddin olan Şeyhî, ilk öğrenimine Kütahya’da başlamıştır. Bir şair tabip olan Ahmedî’den ve diğer alimlerden ders alan Şeyhî, daha sonra İran’a giderek tıp, edebiyat ve tasavvuf alanlarında tahsil görmüştür.2 Memleketine dönerek göz hekimliği yapan Şeyhî, Âşık Çelebi’nin naklettiğine göre pek çok ilimde bilgi ve beceri sahibi olmakla birlikte Şeyhî’nin özellikle tıp ilmindeki bilgi ve becerisi hepsinden fazlaymış. Tıpta da özellikle göz hastalıklarında meşhur olan Şeyhî’nin göz hastalıklarında bu mâhir halini Âşık Çelebi, “Bir nazar ile nergisüñ çeşminden yerekânı ve şem‘ün dima‘ınuñ seyelânı giderdi.” şeklinde aktarmaktadır. Fakat bu bilgi, beceri ve tecrübesine rağmen kendisinin de göz rahatsızlığı olduğu bilinmektedir.3 Hacı Bayram-ı Velî’ye intisaplı olduğu bilinen ve tabipliğinin yanında bir divan kaleme alan Şeyhî, Hüsrev ü Şîrîn adlı mesnevinin ve Harnâme isimli eserin de sahibidir. 

Şiirlerinde o dönemin tıbbi terimlerini de kullanan Şeyhî’ye ait bir beyit takdim ederek yazımızı noktalayalım. Şeyhî, bir göz kusuru olan şaşılığa ve şaşı anlamına gelen “ahvel” kelimesine aşağıdaki beyitte yer vermiştir. II. Murad’a övgü amacıyla yazılan şiirde padişahın eşsiz ve benzersiz olduğu, şaşının padişaha baktığında bile şaşılık durumunun ortadan kalkacağı ifade edilmektedir.4

Ol şâh kim naẓîrine ḳılmamaġa naẓar
Aḥvelde daḫı ḳalmadı ḫâṣiyyet-i ḥıvel

Kaynaklar
  1. Bilal Kemikli, Divan Şiirinde Hastalık ve Tedavi, 2007, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi C.XVI, No:1 s. 19-36
  2. Mükerrem Kocabaş, Şeyhi Divanı’nda Sosyal Hayat, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019, s. 6. 
  3. Halit Biltekin, "ŞEYHÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/seyhi (23.11.2020) 
  4. Kocabaş, a.g.e., s. 175
Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Sen de bir yorum yaz
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak.

En Çok Okunanlar

01




02




03




04




05




Sizin İçin Seçtiklerimiz






Tıbbiyeli Dergi















Son Yorumlar