Ali b. Abbas el-MecûsîAli b. Abbas el-Mecûsî

Ali b. Abbas el-Mecûsî

Ali bin Abbas el-Mecûsî; 10. yüzyılda, İran’ın Cündişapur eyaletinin güneybatısındaki Ahvaz şehrinde dünyaya gelen bir tıp âlimidir. Doğum ve ölüm tarihi tam olarak bilinmemekte, 982-995 yılları arasında vefat ettiğine dair değişik rivayetler bulunmaktadır. Ali bin Abbas’ın soyu Mecûsî bir aileye dayandığı için bu nisbeyle tanındı. Fakat kendisi Müslüman'dı. Ali bin Abbas el-Mecûsî tıp alanında bin yıl önce yaptığı çalışmalar ile adından halen söz ettiren ve tıp tarihine geçmiş bir bilim adamıdır. Batı´da “Holy Abbas” adıyla tanınmaktadır. 

İsminin beraber anıldığı İbn Sîna (980-1037), er-Razî (864-925), İbn Zuhr (1091-1162), Ebû-l Kâsım (936-1013) gibi zamanının en saygın tıp bilginlerinden birisiydi. İlim tahsilini Bağdat’ta tamamlamış, buradaki ünlü Adudu’d-Devle Hastanesi’nde başhekimliğe kadar yükselmiş; 10. yüzyılın son çeyreğinde, dâhiliye ve cerrahîyede önemli bir otorite hâline gelmiştir. 

Ali bin Abbas, her şeyden önce iyi bir cerrah (operatör) olup bin yıl kadar önce kanser ameliyatı yapan bir tıp doktorudur. Kendisinden önce yaşayan Hipokrat (İÖ 460-377), Galen (İS.131-201) ve Oribasios (325-403) gibi ünlü doktorları eleştirmekle kalmamış onların yanlışlarını da bulmuştur. 

Atardamar ve toplardamarlar arasında kılcal damarların; atardamarlar ile kılcal damarlar arasında “metarteriyol” adı verilen geçiş damarlarının varlığını ilk tespit eden odur. Hipokrat ve ondan sonrakiler, çocuğun kendi hareketleriyle ana rahminden dünyaya geldiğini kabul ederlerdi. Ali bin Abbas; doğum olayının bebeğin hareketleriyle değil, rahimdeki adalelerin kasılıp gerilmesiyle gerçekleştiğini keşfetti. Anevrizma denen damar hastalığının tedavisini yapmayı başardı. Bazı göz ve diş hastalıklarının tedavilerini ve bademcik ameliyatını gerçekleştirdi. Hatta göz hastalıklarının tedavi ve teşhisinde 18. yüzyıla kadar İslâm dünyasında aşılamayan bir noktada idi.

Onu üne kavuşturan eseri “Kitab Kâmilü-s Sina” adlı çalışmasıdır. Ünlü kitabını bilimsel ve bilim adamlarını seven dönemin Büveyhî hükümdarı Sultan Adû-d Devle’ye (Fennâ Hüsrev) ithaf ettiği için daha sonra “Sultânî Kitap” ya da “Kitâb-ül Melikî” diye de adlandırılmıştır. Eserin en önemli özelliği o zamana kadarki bütün toplumlar ile çağların tıp bilgisini işlemesi ve bunların mantıkî bir şekilde düzenlenmiş olmasıydı. 
Kitâb-ül Melikî oldukça tertipli ve düzenliydi. Açık, anlaşılır bir dille yazılmıştı. Antik medeniyetten devralınan kırık dökük parçalar eserde açıklığa kavuşturulup bir düzene sokulmuştu. Eserin Batılılarca takdir edilmesinin nedeni, eserin bu özelliklere sahip oluşuydu.

Kitab-ül Melikî, er-Razî´nin dev eseri “el-Hâvî”den daha özlü olarak değerlendirilmektedir. İbn-i Sina’nın “El-Kanun fi't-Tıb” adlı eserine nazaran daha fazla uygulamaya yönelik olarak yazılmıştır. Eserde müfret devalar, tiryaklar, müshiller, haplar, fitiller, tabletler, tozlar, yakılar, yağlar, şerbetler, göz ilâçları, cerahatı giderecek ilâçlarla bazı hastalıklardan bahseden kısımlar yer almaktadır.

Bu eserin birinci bölümünde tıbbın teorisi ele alınmış; ikinci bölümünde ise, tababetin esasları, koruyucu hekimlik ve eczacılık üzerinde durulmuştur. Kitapta anatomi, cerrahî ve cerrahî tedavi ile ilgili 110 alt başlık yer almaktadır. Psikoloji ve nöroloji alanlarına dair bilgiler de bulunmaktadır. Beynin nöroanatomisi, nörobiyolojisi, nöropsikolojisi bu kitapta detaylı bir şekilde tanımlamıştır. 

Doktor ve hastalar arasındaki ilişkinin sağlıklı bir şekilde kurulması gerektiğini savunan Ali bin Abbas; eserinde tıp etiğinin önemine, hasta ve doktor ilişkisinin nasıl olması gerektiğine dair düşüncelerine de yer vermiştir. 

Bu kitap Avrupa’da Constantinus Africanus tarafından “Liber Pantegni” olarak 1087 yılında Latince’ye çevrildi. Liber Pantegni’nin tamamlanması ve daha iyi tercümesinin yapılması ise 1127 yılında Antakyalı Stephen tarafından yapıldı ve bu kitap daha sonra 1492 ve 1523 yıllarında Venedik’te basıldı.

Latinceye, Fransızcaya ve Almancaya çevrilmiş olan bu eserin günümüzde bir tek örneği (nüshası) Berlin Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Kitâb-ül Melikî, Bergama kadısı tarafından da kısmen Türkçeye çevrilmiştir. İki cilt olan bu çeviri, bugün Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Kütüphanesi’ndedir. Eserin ne zaman çevrildiği bilinmemekle birlikte, XIII. yüzyılda çevrildiği tahmin edilmektedir. Kitap 1453´te Timurtaşoğlu Umur Bey tarafından kütüphaneye vakfedilmiştir. Bu kitap, memleketimizde Türkçe yazılmış en eski tıp kitaplarından birisidir.  

Kitab-ül Melikî, İbn Sînâ’nın el-Kânûn Fi’t-Tıb adlı eserinden önce tıp dünyasında büyük yankılar uyandırmıştı. Arapçadan Lâtinceye tercüme edilen ilk tıp eseri olan kitap 16. yüzyıla kadar Avrupa tıp okullarında okutulmuştur.

Ali bin Abbas el-Mecûsî tıp ilmi uğrunda ömrünü geçirmiş, kendisinden sonra gelecek nesillere de bu ilmi miras olarak bırakmıştır. Bir Müslüman olarak bu başarıları gerçekleştirmiş olması da bizler için ayrı bir örnek teşkil etmeli, hedeflerimizin ne kadar yüksek olması gerektiği hususunda bizleri düşünmeye ve elimizden geldiği kadarıyla çaba göstermeye sevk etmelidir. Allah ondan razı olsun…

Kaynaklar
Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Sen de bir yorum yaz
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak.

En Çok Okunanlar

01




02




03




04




05




Sizin İçin Seçtiklerimiz






Tıbbiyeli Dergi















Son Yorumlar