Batı Şeria'da Ziyaretler
Bölgede kısa süre durduktan sonra Hz. Musa’nın kabri olduğu düşünülen Nebi Musa Makamını ziyarete gittik. Issız çölde bir tepeye Memlûk Sultanı Baybars tarafından inşa edilmiş külliyenin bakımını ve koruyuculuğunu tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de Müslümanlar üstleniyordu. Yahudilerin herhangi bir sahiplenme göstermemesi bizi şaşırtmıştı.
Kudüs ziyareti için katıldığımız tur kapsamında, bölgedeki diğer önemli şehirleri de ziyaret planı vardı. Bulunduğumuz coğrafya çok küçüktü, dolayısıyla bu şehirler birbirine çok yakındı. Tur ekibiyle beraber otobüslerimize bindik ve Kudüs’ten ayrıldık. Şehir ziyaretlerine başlamadan önce ilk durağımız Lut Gölü kıyısıydı. Otobüs ile yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından çok sıra dışı bir yere varmıştık. Bulunduğumuz yer deniz seviyesinin yaklaşık 400 metre altındaydı ve sıcaklık çok yüksekti. Oldukça bunaltıcı olan bu mekânda sadece beş dakika durabildik. Suya fazla yaklaşmadık çünkü Peygamber Efendimiz ’in (s.a.v) bu mekânda bulunmayı tavsiye etmediğine dair rivayetler vardı. Gölün karşı kıyısındaki tepeler Ürdün sınırı içerisindeydi. Suyun çok yoğun ve yağlı bir kıvama sahip olduğu söyleniyordu. İsrail bu bölgede turizm yapıyordu, kıyıya yakın oteller vardı.
Ziyaretimizi tamamladıktan sonra Eriha şehrine doğru yola çıktık. Şehrin girişinde namaz kılmak için durduğumuz mescidin yanında meşhur bir anıt vardı. Tur rehberimiz bu anıtla ilgili bilgiler verdi. Anıt; büyük bir anahtar şeklindeydi ve üzerinde Arapça ve İngilizce olarak ‘Geri Döneceğiz’ yazıyordu. İsrail’in evlerinden zorla çıkarıp sürgün ettiği Müslüman halk, evlerinin anahtarlarını da yanında götürmüştü ve bir gün evlerine geri döneceklerine inanıyordu.
Namaz kıldıktan sonra buradan ayrılıp şehre girdik ve turumuz başladığından beri ilk defa özgürce dalgalanan bir Filistin bayrağı gördük. Eriha toprakları yeryüzündeki en bereketli topraklardandı ve bu topraklarda sayısız meyve sebze yetişiyordu. Şehrin biraz dışında yüksekçe bir tepede durduk ve mükemmel manzara eşliğinde lezzetli meyvelerin tadına baktık. Yerel halk kendi yetiştirdiği ürünleri satıyordu ve biz de buradan biraz Kudüs hurması satın aldık. Geri şehre inerken Emevi Sultanı Hişam’ın sarayından kalan yapıların sergilendiği açık hava müzesine uğradık.
Eriha’dan bir sonraki durağımız El-Halil şehriydi. Burası da bizim için çok büyük öneme sahip, önemli olaylara şahit olmuş, tutsak altındaki bir şehirdi. Sokaklar genel olarak sessizdi, fazla insan göremedik. Tur rehberimiz alışverişimizi buradan yapmamızı tavsiye etti çünkü yerel halk ekonomik olarak da zor günler geçiriyordu, çoğu dükkânın kepenkleri kapalıydı. Biz de destek olmak için biraz hediyelik eşya aldık. Sokakların üstü tellerle örtülüydü çünkü Siyonistler yukarıdan sık sık taş ve başka cisimler atıyordu. Bu şehri önemli kılan mekân Halilurrahman Camii’ne yürüyerek vardık. Buranın ehemmiyeti, içerisindeki peygamber ve eşlerinin kabirleriydi. Hz. İbrahim ve eşi Hz. Sare, Hz. İshak ve eşi Hz. Refika, Hz. Yakup ve eşi Hz. Leya ve de Hz. Yusuf’un kabirleri caminin içerisinde, yerin altındaki derin bir mağarada, aralarında bir miktar mesafelerle bulunuyordu. Rehberimizin söylediğine göre, eskiden bu mağaraya inilip kabirler yakından ziyaret edilebiliyorken artık sadece mağaranın yukarısından bakılabiliyordu. 1994 yılında fanatik bir Yahudi tarafından namaz kılındığı esnada yapılan katliam sonucu 29 Müslüman şehit olurken 150’den fazla kişi de yaralanmıştı. Saldırıyı yapan Yahudi hemen orada öldürüldü. Bunu bahane gösteren Siyonistler, ibadethaneyi ikiye böldü ve yarısı sinagog olarak kullanılmaya başlandı. Müezzin odası da sinagog tarafında bırakıldı ve maalesef ki her ezan okunacağında karşı tarafın kapısının tıklatılması gerekiyordu, onlar da ezan okunmasına her zaman izin vermiyordu. Mescitte namazımızı kılıp buradan da hüzünlü bir şekilde ayrıldık.
Son durağımız, uçağa binmeden evvel uğradığımız Yafa şehriydi. Tarihteki önemli liman şehirlerinden olan Yafa, günümüzde Tel-Aviv’in içerisinde kalmış ve bir parçası olarak sayılıyordu. Tel-Aviv şehri gelişmiş bir yerdi, Avrupa şehirlerini andırıyordu ve tatil beldesiydi. Dünyanın en pahalı şehirlerinden birisiydi. Kıyı şeridinde lüks oteller vardı. Halk; göründüğü kadarıyla, Kudüs’te yaşayan Yahudilerin aksine seküler bir yaşam biçimi benimsemişti. Sahilden şehri biraz gözlemledikten sonra 1812’de inşa edilen Osmanlı mirası Mahmudiye Külliyesi’ni ziyaret ettik ve namazımızı kıldık.
Buradan ayrılıp şehrin içinde yürümeye başladık. Cadde kenarlarında Osmanlı’dan kalma çeşme, sebil gibi tarihi eserler vardı ancak bazıları iyi korunamamıştı. Bölgedeki en önemli eser Sultan II. Abdülhamid’in saltanatının 25. yılı şerefine, ülkenin farklı yerlerine inşa edilen 7 saat kulesinden biriydi.
Hemen yakınında da yine Osmanlı’dan kalma, diplomatik personel için Türkiye’ye yakın zamanda tahsis edilen bir hükümet binası vardı. Şehirde daha birçok eser vardı ancak vaktimizin kısıtlı olması sebebiyle hepsine uğrayamadık. Dönüş uçağımızın saati yaklaşırken havalimanının yolunu tuttuk. Her anı değerli bu turumuz göz açıp kapayıncaya kadar geçip gitmişti. Allah herkese nasip etsin.