Batı ve Biz
Medeniyet, aydınlık denince nedense çoğumuzun aklına Avrupa geliyor. Medeniyet dediğimizin tarihinin nelerle dolu olduğu, medeniyet dediğimiz tek dişlinin bugünlere nasıl geldiği okuyan herkesçe bilinen gerçektir. Bugün ne kadar süslü püslü ve temiz görünseler de, özlerinde ne olduğunu biliyoruz. Esas medeniyetin ve aydınlığın İslamiyet’te olduğunu daha Osmanlı’da iken unutmuştuk. Onu unutarak yaşadık ve geriledik, çöktük ve yıkıldık. Sonra cumhuriyet olarak kurulduk ki bu sefer özümüzü, medeniyetimizi ve İslamiyet’i reddettik. Eskiden unutmuştuk ama şimdi reddettik. Sonuç çok bariz ortada. Aynı dünya savaşından yenilerek ayrılan devletlerle, bizim gibi geride kalmış medeniyetlerle (hepsiyle değil tabii) bugün aramızda ne kadar fark olduğunu izah etmeme gerek yok. Hasta adam, en kötü olduğu zamanlarda dahi en güçlüler ligindeyken bugün nerede olduğumuz hepimizin malumu.
Çağdaş ve medeni olduğu sanılan dünya Allah’ı tanımıyor, kurallarını reddediyor. Çağdaşlık ve medeniyet adı altında Allah karşıtı, dolayısıyla gayriahlaki eylemler yürütülüyor. Batı’yı giyimde kuşamda, okumada yazmada, günleri saymada, ağırlık tartmada taklit ederek ve kendi medeniyetimizi birçok alanda tamamen reddederek gelişebileceğimiz telakkisinin ne kadar yanlış olduğu eserleriyle bugün ortadadır. Batı’nın çalışma disiplinini, eğitim yöntemlerini, iş ahlakını ve izledikleri yolu usulüne uygun takip edebilseydik bugün daha farklı konumda olabilirdik. Yani gelişmiş ülkeleri şekilde değil de yöntemde takip etmemiz gerekirdi (hala da gerekiyor). Fakat biz maalesef şekilde ve inançlarında onları örnek almaya, bir yandan da taklit etmeye çalıştık. Aynı zamanda kendi kaç asırlık medeniyetimizin esas unsurlarını oluşturan din, dil ve ırkta birtakım retlere, değişikliklere veya farklı yorumlamalara girdik. Merhum Aliya İzetbegoviç şöyle diyor “Tarihin bize gösterdiği zahir bir gerçeklik var: Müslüman halkların hayallerini tetikleyebilecek, gerekli ölçüdeki disiplini tahsis edebilecek ve Müslümanlara ilham ve enerji verebilecek yegane düşünce İslam’dır.”
Batı’nın, Batı menşeili her ürünün tüm ayak kaydırmalarına, göz alıcılığına, şatafatına, oyun ve eğlencesine göz yummayı bilmek için Batı’nın gerçek yüzünü hem tarihte hem de Doğu’da görmek gerekir. O sömürüyü, ötekileştirmeyi, zulmü görenlerin, bizzat yaşamasa da haberlerle ona tanıklık edenlerin; muasır medeniyetler olarak adlandırılan tek dişli canavarın çalışkanlığını ve iş bilirliğini değil de sapık inançlarını ve ahlaksız kültürünü sahiplenme gayreti neyle açıklanabilir? Srebrenitsa, Suriye, Filistin, Doğu Türkistan (Çin ne kadar Batı değilse de, Batı ile ortak noktasının gayrimüslimlik olduğunu ve küfrün tek millet olduğunu unutmamak gerek), Afganistan, Irak gibilerine zulmedenlerin kimliği ortada değil mi? Zulme maruz kalan mazlumların da Müslümanlardan oluşması bariz değil mi? Bizler kendi özümüze, kültürümüze, İslam medeniyetine dönebilsek; örnek alınacak esas medeniyetin Asr-ı Saadet olduğunu iliklerimize kadar hissetsek, bu uğurda karşılaşacağımız taştan, bakırdan engelleri yıkabilsek bugünkü yerimiz çok daha ala olmaz mıydı?
Batı düşmanı değilim. Düşmanı olduğum kimseler Allah’ın dinine düşmanlık edenlerdir. Bu ister Batı olsun, ister içimizden biri olsun benim için değişmez. Karşı olduğum şey, şeklen taklit etmek ve özünü bilmeksizin göz boyamalara aldanmak, gerçeklerin peşini araştırmamak, bize öğretileni olduğu gibi kabul etmek, dinimizin yüceliğini bir kenara bırakmaktır. Geri kalmışlığımızın nedenini İslamiyet’e bağlayıp toplumda İslamiyet’in izlerini yok etmeye çalışanlara tepki göstermeyip onlara hak vermektir, onlara sevgi ve saygı göstermektir. Müslüman’ım deyip İslamiyet’ten bihaber ve uzakta yaşamaktır, din alimlerini kulak ardı etmektir, İslami bilgileri ve İslam tarihini öğrenmek için çaba göstermemektir. Yüce kitabımızı, peygamberimizi ve peygamberlerimizi, medeniyetimizi ve tarihimizi bazen basit bazen de saptırılan üç beş cümlelik bilgilerle öğrendiğini zannedip işi geçiştirmektir.
Sözlerime yeni bir pencere açmak istiyorum.
Bir yanda rahatlık ve haram (Batı ve yönelimleri) yan yanayken öte yanda zorluk ve helal beraber duruyor. Bugün helali terk edip haramı kabul ederek zorluk çekmeyen ebedi saadete nasıl kavuşmayı planlıyor? Güzel bir alimin dediği gibi “Sevap olan işler zor gelir, günah olan işler kolay gelir. Sevabın meşakkati gider, sevinci kalır; günahın hazzı gider, pişmanlığı kalır.” Seküler Müslümanlığın sorunu burası oluyor. Bir yanda gayriislami kanun ve hayat, öte yanda ebedi kurtuluş yolu İslam varken bu tür Müslümanların tercihleri birinciden yana oluyor. Bu yaman çelişkide yollarını bulmaya çalışırlarken İslam’ın, kendi yaşantılarıyla pek de ilgisi olmadığını gördüklerinde hissettikleri sıkıntı, darlık onları iyileştireceğine daha da hasta ediyor ve maalesef “dinden soğuyorlar.” Bir Müslüman’ın vazifelerinden biri de budur: Kardeşleriyle beraber olup onları dine “ısındırmak”. Bunun için kırk fırın ekmek yemesi gerekse, kırk birinciye besmele çekmesini bilmelidir.
Ahirette üzülmemek için dünyada çok çalışmak lazım. Ahiret kelimesinin “(dünyanın) sonrası”, dünya kelimesinin de “(ahirete) yakın” anlamına geldiğini iliklerimize işlememiz lazım. Bizlerin alışverişi, kafirler gibi ebedi azap karşısında geçici gayriislami, nefsani hazzı satın almak değil; ebedi huzur karşılığında geçici dünyayı Allah’ın kanunlarına uygun yaşamaktır.
Unutmayalım ki dünyayı hakkıyla imar edecek olan ancak ve ancak Allah’ın yeryüzündeki halifeleri Müslümanlardır.