Bir Ayrılış HikayesiBir Ayrılış Hikayesi

Bir Ayrılış Hikayesi

Ardından bakakaldı…

Ama bu sadece görünendi. İçinde tüm geçmişin tufanı her yeri dağıtıyor, yıkıyordu. Onunla birlikte tüm şiirler de gidiyordu tüm hayaller, hayallerdeki gülümsemeler...

Bir tıp öğrencisi Mustafa, her gün olduğu gibi bugün de erkenden kalkmış ve kütüphanenin yolunu tutmuştu. O, bu noktaya gelene kadar birçok emek verilmişti. Sadece kendi çalışması değildi bu emek. Onu yıllardır köyde sattığı davarlarla okutmaya çalışan babasının; her gün uyumadan önce hayır duasını eksik etmeyen anasının; matematik zekâsına hayran kalan, o okuyabilsin diye ona burslar bulmaya çalışan Kasım öğretmenin de emekleri vardı üzerinde. Mustafa da kimsenin emeğini zâyi etmiyordu. Sivas’ın bir köyünden tıp okumak için gelmişti Ankara'ya. Neredeyse iki yıl geçmiş, ikinci sınıfın sonu gelmişti artık. Geriye kalan sadece final sınavı vardı. Final sınavından sonra köyüne gidecekti.

Kendi küçük Dog'u acaba ne kadar büyümüştür şimdiye kadar? Koskocaman olmuştur herhalde. Çünkü köpekler de diğer hayvanlar gibi hızlı büyürler. Geçen yaz dünyaya gelmişti. Diğer kardeşlerini öldüren sahibi, Dog'u yaralamıştı. Öldüremediğini fark etmeden evine yollanmıştı. Köy yeriydi ya; her boğaz, ayrı bir masraf demekti. Bir de üstüne eğitilmemiş bir mahlûk mu geldi? Her işe yaramaz canlı gibi ölümü hak ederdi. Mustafa yayladan köyüne doğru inerken ormanlık ağaçların arasında Dog’un hafif iniltili sesini duymuş ve onu bohçasından çıkardığı mavi tülbent ile sarıp evine götürmüştü. Bir can yaşayacaksa onu Allah'tan başkası alamazdı ya işte o gün de kaderin işi Tarım Bakanlığı’nın ilçedeki veterineri köye gelmişti. Mustafa’nın elindeki Dog'u görünce tüm tedavisini yapmıştı. Böylelikle Dog, Mustafa’nın hayatına girmişti. Bunları anımsarken kütüphaneye gelmişti. Dışarıda bir sıra vardı. Yine erkenden dolmuş muydu acaba kütüphane? Biraz yaklaşınca rahatladı. Dışarıdaki sıranın sadece güvenliğin önündeki sıra olduğunu ve içeride hâlâ yer bulunduğunu anladı. İçeriye girip kendisine bir yer buldu; eşyalarını bıraktıktan sonra aşağıya inip bir şeyler atıştırdı. Kütüphaneye yetişmek için kahvaltı bile yapamıyordu. Gerçi geceleri erken uyusa belki erken kalkardı ama o yatağına geçer ve sürekli düşüncelere dalar, hayaller kurardı. Çocukken de "Haydi yatağa!" diyen annesini duyunca ilk yatağına koşan oydu kardeşleri arasında ama en son uyuyan da oydu. Çocukken en çok çizgi filmlerdeki süper kahramanlar gibi olmanın hayalini kurardı. En sevdiği süper kahraman ise geceleri ortaya çıkıp insanlara yardım eden süper kahramandı. Büyüdükçe bu hayallerine biraz da gerçeklik karıştı. İnsanlara yardım eden bir süper kahraman olmak için sadece özel güçlere ihtiyacı olmadığını fark etti. Öğretmen olup en ücra köylerde eğitim verebilirdi, vicdanını kaybetmemiş bir hukukçu olup adalet dağıtabilirdi veya doktor olup kimsesizlere şifa olabilirdi. Mustafa da doktor olmayı bu yüzden seçmişti. O, en karlı günlerde bile insanların ona ulaşmasını beklemeden onlara şifa nedeni olmaya gidecekti. Biliyordu ki insan, gittiği kadarına sahipti. İster kahvede ister kürsüde olsun sadece konuşarak bir şeyler yapılamazdı. O, konuşanlardan değil yapanlardan olacaktı.

Kahvaltıdan çıktı; çalışma salonuna doğru gitmek için ayağa kalkarken sürekli gördüğü o kızı gördü. Utandı. Esmer suratı kızardı. Başını önüne eğerek kafeteryadan hemen çıktı. Koşmuş muydu yoksa? Öyle bir şey yapmamıştı inşallah, çok utandı kendinden ama o ne yaptığını da bilmiyordu ki... Suç onun değildi... Şimdiye kadar kimseye karşı böyle hissetmemişti. Okulda veya kütüphanede de vardı bir sürü kız ama onların varlığını bile fark etmiyordu. Neden bu kıza karşı böyleydi? Her gördüğü yerde ölecekmiş gibi atan bir kalbi ve hemen kızaran bir yüzü vardı. Acaba o kız, onun hakkında ne düşünüyordu? Bu hisler karşılıklı mıydı? Okul bitince onunla evlenmeyi hayal ediyordu. Babasına "Ben bir kızı sevdim baba, onu bana isteyelim." diyecekti.

Günlerden cumaydı, cuma namazı için dersten kalktı. Aşağıdaki lavabolarda abdestini aldı ve 15 dakika uzaklıktaki camiye doğru gitmeye başladı. Hoca, vaaz ederken "sadakanın faydalarından" bahsetmişti. Dönerken bir tane çiğ köfte aldı kendisine bol nar ekşili. İlk kez Kasım hocası almıştı ona çiğ köfteyi. İlk yediğinde kusacak gibi olmuştu ama hocasına ayıp olmasın diye zorlayarak yemişti. Şimdi ise her gördüğünde canı çekiyordu. Her canı çektiğinde de eskiyi yâd ediyordu.

Her gün gibi akıp giden bir günde tekrar kütüphane yoluna düşmüştü. Kütüphanenin tam önünde koskocaman bir merdiven vardı. Merdivenleri adımlayarak birer birer çıktı. Çok sakindi. Yürüdü, yürüdü… En yukarıya ulaşınca hemen derse oturmak istemedi; biraz etrafa bakınmak istedi. Ayrılış hikâyesine ilk adımı atacağının farkında değildi. Merdivenlerde bir şeyler gördü. Sabah gördüğü hatta nerdeyse her gün gördüğü kız vardı orda. Yanında bir oğlan vardı. Kalbi küt küt atmaya başladı. Kızın parmağında güneş ışığında bir yüzük parladı. Durdu, yutkundu. Aynı yüzükten oğlanda da vardı. Arkasından onu alıp götürecek sertlikte bir rüzgâr esti. Arkasını döndü ve rüzgâra aldırış etmeden yürümeye koyuldu. Kara gözünden bir yaş damla aktı.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Sen de bir yorum yaz
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak.

En Çok Okunanlar

01




02




03




04




05




Sizin İçin Seçtiklerimiz






Tıbbiyeli Dergi















Son Yorumlar