Senin Oksijenin Ne?
“O”, olmazsa olmayacağımız bir nimet. İtidal miktarı; pek çok metabolik yolda görevli, özellikle de hücrelerimizin enerji üretebilmesi için gerekli bir molekül. Yokluğunda veya azlığında da, pek tabii ki, sorunlar ortaya çıkar. Oksijen olmazsa vücudumuzda enerji üretilemez, faaliyetler yürütülemez. Kalp oksijensiz kalırsa, kalp krizi; bağırsaklar oksijensiz kalırsa mezenter iskemi; beyin oksijensiz kalırsa çeşitli nörolojik sekeller1 meydana gelir.
Peki iyi bir şeyse oksijen, daha fazla oksijenimiz olsa daha iyi olmaz mı? Olmaz. Oksidatif stres dediğimiz bir kavram var. Vücutta oksijen molekülü artarsa ya da elektron alarak yapısı farklılaşırsa vücut için zararlı hale gelir.
Örneğin hücrelerimizin enerji üretme tesisi olan ETS (elektron taşıma sistemi)’de elektronlar bir kaskattan2 geçerken enerjilerini kaybeder ve en son, düşük enerjili halleriyle oksijene ulaşır. Böylelikle bir taşla en az iki kuş vurulur: Elektronların kaybettiği enerji, hücrede ATP (vücudun enerji molekülü) üretilmesini sağlar ve de oksijen, düşük enerjili elektronları almış olur. Bu durum istenen durumdur. Eğer ETS olmasa, elektronlar direkt olarak oksijene verilse, hem ATP üretilemez hem de oksijenin aldığı bu yüksek enerjili elektronlar oksijeni muzır3 bir moleküle dönüştürür. Artık önüne gelene bulaşan, bozan, yıkan, parçalayan bir molekül olur oksijen. Bu muzır oksijen (oksijen radikalleri) gerek yaşlanmada, gerek pek çok hastalığın patogenezinde rol oynar. Anti-oksidan özelliğiyle çokça övülen meyve sebze ve ilaçların da temel mantığı bu muzır oksijeni ortadan kaldırmak, onu kendi benliğine kavuşturmaktır.
Peki bu muzır oksijen başka nasıl oluşur? Bir dokuya giden damarlarda bir tıkanıklık olursa ya da giden damardaki oksijen miktarı azsa bu durumda o doku oksijensizlik çeker. Enerji üretimi azaldığı için de doku, faaliyetlerini azaltır. Ağrı oluşturabilir. Bir nevi “Bende bir sıkıntı vaaaaaar!” diye haber verir. Eğer bu oksijensizlik fazla sürmeden tıkanıklık ortadan kalkar ve doku ihtiyaç duyduğu oksijene kavuşursa enerji üretimi tekrar nizami hale gelir ve faaliyetler eski haline döner. Ama eğer bu oksijensizlik süresi uzarsa, doku uzun süre (bu süre dokudan dokuya değişir) böyle kalır da sonrasında o damar açılır ve fazla miktar oksijen birden dokuya ulaşırsa, işte o zaman istenmeyen bir durum ortaya çıkar. Oksijene aç olan ve oksijensizliği tolere edebilmek için düzensiz bir düzen kuran dokuya oksijen verirsen, o doku gelen saf, temiz oksijeni muzır oksijene çevirir. Kendi lehine olacağı için yapmaz bunu, istemeden yapar. Çünkü muzır oksijen o dokuya da zarar verir. Yani aldığı oksijen burnundan gelir.
Bedenimizde her an defalarca meydana gelen bu olay benim aklıma şunu getiriyor. Zatında iyi olan bir şeyin sınırı aşıldığında o iyiliğin eski halinden eser kalmayabilir. İyi-kötü değerlendirmesinin yanında iyinin itidali meselesi de göz ardı edilmemelidir. Mesela para. Azı bir imtihandır, zorluktur, bir nevi iskemidir. Acı çektirir, zorlar, kasar. Fazlası da öyledir, o da imtihandır. Oksijenin farklılaşıp, fayda sağlamakla görevli olduğu dokuyu tanımayıp ona zarar vermesi gibi; insan da kendine yetecek kadar parası varken onunla hem kendine hem çevresine faydalı olmaya çalışırken, fazla paraya sahip olunca “farklılaşarak” bu görevini eskisi kadar bile yerine getiremeyebilir.
Hele de az parası olan birinin birden büyük bir para elde etmesi daha başka bir imtihandır. Çünkü o paranın “muzır para” haline gelip o kişiye ve çevresine zarar verme ihtimali fazladır (bkz. “The Platform” filmi). Düşük kademede çalışan bir işçinin bir anda patron olması da buna örnektir. Aslında ara basamakları yaşamış olmak pek çok güzellikler katar insan hayatına, tıpkı elektronların bir kaskatta aktarılmasının enerji üretilmesine vesile olması gibi. En sondakini elde etme isteği makul görülse de, arada yaşanması gerekenleri yaşamamak, elektronların oksidatif stresi gibi bizim hayatımızda da farklı streslere ve sorunlara yol açacaktır. Ne demiş eskiler: “Usûlsüz vusûl olmaz.”
Aslında enerji üretimi sürecinde oksijen amaç değildir, sadece bir araçtır. İşte aynı bunun gibi bizim hayatımızdaki oksijenimiz de paradır, kıdemdir, evdir, arabadır… Onlara ulaşmaya çalışıyor gibi görünürüz. Onlarsız yaşayamayacağımızı düşünebiliriz. Halbuki onlar birer vesiledir, araçtır, binektir. Onlar bize binerse, güç yetiremeyiz, altında kalırız. Ama biz onlara binersek, bize yolu kolaylaştırırlar. Daha da önemlisi onlar bu hayat yolunda birer imtihandır. Varlıklarıyla da, yokluklarıyla da.
- Sekel: Bir hastalıktan sonra yerleşip kalan işlev veya doku bozukluğu.
- Kaskat: Peşi sıra gelen reaksiyonlar bütünü.
- Muzır: Çevresine zararlı.