Çocukluğuna Denk Gelseydim Eğer
Çocukluğuna denk gelseydim eğer, sana renkli tokalar alırdım. Özenle ayırdığın saçlarını hayranlıkla izler, her çabanı içtenlikle kutlardım. En çok da çalışkan oluşunu ödüllendirir, seninle gurur duyardım. Geceleri sessiz sessiz ağladığında yanına gelip ellerini tutardım ve Allah’ın seni ne kadar çok sevdiğini anlatırdım. Suratına yanlışlıkla şut çeken üst sınıfların topunu, bir kazaya kurban gönderirdim. Okulunun arka bahçesindeki büfeden alınan sporcu kartlarını senin için biriktirirdim. Hanımellerinden toka yapar saçına takardım. Sana dondurma alır, bedavasını ben yerdim.
Çocukluğuna denk gelseydim eğer, seninle çamurdan kuleler yapar, üstüne adını yazardım. Seni üzen çocuklar için aklına gelmeyecek muzır planlar yapardım. Uyumadan önce sana “has bahçenin bal arısı”nı söyler, arkadaşlarına okuman için mor kalemimle sözlerini yazıp sabah verirdim sana...
Çocukluğuna denk gelseydim eğer her şeyin biteceğini, tüm eşyaların eskiyeceğini, insanların öleceğini ama bize onları gönderenin Baki olduğunu ve ayrılıklardan sonra ebedi kavuşmalar vereceğini anlatırdım. Bu dünyada her şeyin bir zamanı olduğunu; portakalı ocakta, üzümü ağustosta, eriği ise ancak mayısta yiyebileceğini anlatırdım. Seni Yaratanın hangi mevsimde neye ihtiyacın varsa bunu meyvelerle sana vereceğini...
Çocukluğuna denk gelseydim eğer her iyi insanın aynı olmayacağını ve bunun kötü değil, güzel bir şey olduğunu söylerdim sana. Tüm iyi insanların bir tablodaki gibi kendine münhasır bir yeri ve renginin olduğunu ve ancak esas güzelliğin bu olduğunu anlatırdım. Her insanın, Allah’ın farklı esmalarına farklı derecelerle ayna olabileceğinden bahsederdim... Bizim bu dünyaya Allah’ı tanımak, O’na kul olmak için geldiğimizi söylerdim. Bu gözlerin sana özel yaratıldığını, yeryüzünde senden başka bir kişide bile bu gözlerin olmadığını, parmak izinin yalnızca sana özel olması gibi duygu dünyanın da biricik olduğunu, güneşin her sabah senin için doğduğunu anlatırdım... Karanlığın her gece senin üzerine örtü olmak için geldiğini, havanın her an senin için temizlendiğini ve yenilendiğini... Tüm bunların boşuna olmadığını, sana bunları verenin senden çok güzel bir muradı olduğunu, var olan kıymetinin senin zatından değil vazifedarlığından ve Allah’a kul oluşundan ileri geldiğini söylerdim.
Çocukluğuna denk gelseydim eğer seninle gökyüzüne bakardım, gözümü kapatır ve hissederek bir nefes alırdım. Hala hayatta olduğumuzu hatırlar, bir şeylerin değişebileceğine dair, bir şeyler yapabileceğime dair var olan umudumu tazelerdim.
Çocukluğuna denk gelemedim...
Sen daha küçük bir bebekken, Gazze’nin bilmediğim bir sokağından Cennet’e doğru uçup gittin...
Bu dünyanın ebedi olana nispeten nakıs ve sönük olduğunu ve senin intikamını almak için yeterli cezaların olmadığını biliyorum. Zalime, bu dünya şartlarında her ne ceza verilirse verilsin, yaşattığı maddi manevi acıların bir karşılığı olmadığını biliyorum. Büyük davalar büyük mahkemelerde halledilir, senin intikamının alınacağı günü bekliyorum. Gittiğin yerde sana anlattığım her şeyden çok daha güzelini bulacağından eminim. Bu ayrılışa sebep olanların, senden bu çocukluğu çalanların, sıradan bir ölümü çok görenlerin, sen ancak ve ancak sevilmeyi hak ederken sana zulmü reva görenlerin, bu dünyadan gidişini bir futbol maçı kadar bile üzerinde konuşmaya değer bulmayanların karşısında olmaktan geri durmayacağım!
Sen hak ile batılın çarpışmasında hakkın safında vuruldun. Bense seninle aynı safta olmanın hakkını vermeye, Hakk’ın safında yer almanın şerefine layık olmaya çalışıyorum. Hem onların emellerinin hem de buna seni alet edişlerinin karşısında yer alıyorum. Bu zulmü bütünüyle bitiremeyeceğimi biliyorum yavru kuşum ancak ben zaferden değil, seferden sorumluyum. Döktüğün tüm gözyaşları benim yanağıma düştü… Yiyemediğin her lokma benim boğazıma durdu, yaşayamadığın her şey benim canımı yaktı.
Fakat tam da burada benim imtihanım başlıyor. Acım ümitsizliğimi mi arttırıyor, gayretimi mi? Nemelazımcılığım mı artıyor, insanlığım mı? İlmim ve amelim mi artıyor, gösterişim mi? “Elimden hiçbir şey gelmiyor” diyerek köşeme mi çekiliyorum, yoksa “müminin mümine yardımı ancak dua iledir” diyerek hem fiili hem kavli duamı mı ediyorum? Bir şeyi büsbütün elde edemedim diye red mi ediyorum, yoksa “yapabildiğim kadarı benimdir” diye düşünerek hayır yönünde bir adım mı atıyorum?
“Değil bu, solmanın sırası hiç değil.
Düşüp de kalmanın, yıldız saymanın…
Durma!
Adı illaki umut olan yarına tay gibi koşmak gerektir.
Un ufak olsa da sol yanımız
Kara çocuk!
Sevdayla…”