Göçtü Kervan Kaldık Dağlar Başında
Hepimizin çocukluğundan beri kulağının aşina olduğu bazı ilahiler vardır. Bazıları Ramazan gecelerinde kulağımızdan girmiştir, bazılarını büyüklerimizden kalan kasetlerden duymuş, bazılarını da Kur’an kurslarında ezberlemişizdir. Lakin aralarından biri var ki yıllardır sözleri zihnimde müstahkem oluyor, kendi yerini her seferinde daha da sağlamlaştırıyor her terennüm edişimde. Sözleri iyice sabitlenirken de yaş almamla beraber manalar o denli tefakkuh ediyor, bir gonca gül edasıyla açılıyor. O eser bizden asırlar evvel Aşık Yunus’un kaleminden dökülen “Göçtü Kervan” şiiri. Haddizatında oldukça temsil ve teşbih barındıran bu eserden fakire nasip olan manaların birkaçını paylaşmak isterim.
Evvela, “Nice bir uyursun, uyanmaz mısın?” derken Aşık, ne murat etmiş ola? Uyuyan kim, uyandıran kim, göçen kervan nereden gelir de nereye gider? Bunların hepsi bizler için sır, sırlar perde perde açılır, bilenler vardır elbet. Biz bilmiyoruz. “Çağrışır tellallar inanmaz mısın?” diyor Aşık, o vakit tellallara soralım. Tellallar evvela kervandan haber ediyor bize; kervan göçmüş, biz dağlar başında bırakılmışız. Gözümüzü açmışız, şaşkınlık! Yol bilmeyiz, iz bilmeyiz, her halimiz acz. “Uyan!” diyorlar, bildiğimiz uykudan değil ha, gaflet uykusundan. “Farkına var halinin, imtihan meydanına bırakıldın. Yoktun, var oldun. Aynıyla mukabele görecek ve geri gideceksin.”
İlk kıtada halimizi tespit etmeye gayret ettik. İçinde bulunduğumuz şok halinden biraz da olsa ayılıp çevremize bakmamız gerekiyor, adeta bir çocuğun doğumdan sonra çevreye meraklı meraklı meyledip etrafını anlamlandırmaya çalışması gibi. Aşık bizlere:
“Emr-i hac göçeli hayli zamandır,
Muhammed cümleye dindir, imandır.
Delilsiz gidilmez, yollar yamandır.”
diye nida ediyor. Emr-i hac, kafileye komutanlık eden başkana denir. Başta halifelerimize de böyle dendiğini biliyoruz, lakin bizce burada murat edilen özel bir şahıs değil göçmüş olan kervanımızın reisi, göçeli hayli zaman olan reisi. Yukarıdaki kıta ile beraber okunduğu takdirde manaya kavuşuyor.
Şöylece izah edelim: Kervanımız yol almaktayken tehlikelerden bizi sakınan ve yolun türlü
yamanlıklarına karşı muhafaza eden bir Emr-i hacc’ımız var idi, lakin biz bir uykuya daldık ve ahirinde gördük ki kervan gitmiş, biz dağlar başında kalmışız; bir süre sonra da tellalların seslerine uyanmış ve halimizin farkına varmışız. Sonrasında etrafımıza bir bakmışız ki yollar yaman, her taraf fitne alevleri içinde kavruluyor. “Hemen kendine bir merci-i istimdad bul, yoksa seni de yakacak o alevler!” diyor.
İşte o merci Muhammed Aleyhisselâmdır. O’nu bulduk, şimdi tabi olmalıyız; bize talim edeceklerini idrak etmeli ve uygulamalıyız.
“Yunus sen bu dünyaya niye geldin?
Gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin.
Enbiyaya uğramaz ise yolun,
Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.”
Çok şükür, halimiz ahvalimiz bir açıklığa kavuştu. “Neden buradayız, ne isteniyor bizden?” öğrendik.
Nasıl risalet tahtının talimi ile enbiyaya uğramazsak halimiz yamandı, dağlar başında kalmıştı; onlar “nasıl?” izahından sonra “ne etmeli?” talimgahından geçirdiler bizi. “Gece gündüz Hakk’ı zikretmek” idi görevimiz. Ve unutulmamalı ki bütün bir hayat ağacının meyvesi, bütün bir yolculuğun yegâne muradı “Hakk’ı zikretmek”. Mevla bizleri zakir kullarından eylesin. Enbiya kervanına, bir ucu da O’na (a.s.) bağlı olan zincirlere vursun bizleri.