İbn-i Sinaİbn-i Sina

İbn-i Sina

İbn-i Sina (Ortaçağ âlim ve düşünürleri tarafından kendisine verilen “eş-şeyhü’r-reîs” unvanı ile de bilinir.Ayrıca “hüccetü’l-hak, şerefü’l-mülk, ed-düstûr” gibi vasıflarla da anılmıştır. Batı’da genellikle Avicenna olarak bilinmekte ve “filozofların prensi” diye nitelenmektedir.) 980 yılında doğmuş ve Haziran 1037 yılında vefat etmiş, İslam’ın altın çağı’nın en önemli doktor, astronom, düşünür ve yazarlarından biri olarak kabul edilen tıbbın babası olarak anılan İslam alimidir. Babası Abdullah, İsmâilî dâîlerle sürekli irtibat halindeydi. Bu irtibat neticesinde evi felsefe, geometri ve Hint matematiğiyle ilgili konuların tartışıldığı bir merkeze dönüşmüştü. Kendisini bu tartışmaların içinde bulan İbn Sînâ erken denilebilecek bir çağda felsefî konulara âşinalık kazandı. Hakkında yazılacak, söylenecek, okunacak çok şey olan büyük alimin hayatı kısa bir yazıya sığdırılamaz. Bu yüzden amacım; hayatı, yazdıkları ve düşündükleri hakkında kısa bir bilgi verip merak uyandırıp sizleri araştırmaya sevk etmektir. Bu büyük alimi örnek alabilmemiz için öncelikle tanımamız gerekiyor. Buyrun tanımaya çalışalım.

Hayatı

Buhara yakınlarındaki Efşene köyünde (Özbekistan) 980 yılında dünyaya gelmiş ve Hamedan şehrinde (İran) 1037 tarihinde ölmüştür. Tıp ve felsefe alanına ağırlık verdiği değişik alanlarda 200 kitap yazmıştır. Batılılarca modern Orta Çağ biliminin kurucusu, hekimlerin önderi olarak bilinir ve "Büyük Üstat" ismi ile tanınır. Tıp alanında yedi asır boyunca temel kaynak eser olarak süre gelen El-Kanun fi't-Tıb (Tıbbın Kanunu) adlı kitabı ile ünlenmiş ve bu kitap Avrupa üniversitelerinde 17. asrın ortalarına kadar tıp biliminde temel eser olarak okutulmuştur. 7 asır boyunca tıp biliminde okunulan ve okutulan bu kitabı okumadıysak bir an önce edinip okuyalım.

İbni Sina’nın değişik konular üzerine 240'ı günümüze gelen 450 kadar makale vardır. Elimizdeki yazıların 150 tanesi felsefe 40 tanesi de tıp üzerinedir. Eserlerinin en ünlüleri felsefe ve fen konularını içeren çok geniş bir çalışma olan Kitabü'ş-Şifa (İyileşme Kitabı) ile El-Kanun fi't-Tıb'dır (Tıbbın Kanunu). Bu iki eser Orta Çağ üniversitelerinde okutulmuştur. Hatta bu eser Montpellier ve Louvain'de 1650 yılına kadar ders kitabı olmuştur.

Samanoğulları sarayı kâtiplerinden Abdullah Bin Sina'nın oğlu olan İbn-i Sînâ, babasından, ünlü Bilgin Natili'den ve İsmâil Zâhid'den ders aldı. Geometri (özellikle Öklid geometrisi), mantık, fıkıh, sarf, nahiv, tıp ve doğabilim üstüne çalışmalar yaptı. Farabi'nin el-İbane's[18] aracılığıyla Aristoteles felsefesini ve metafiziğini öğrenmiştir. Ebû Abdullah en-Nâtilî Buhara’ya gelince babası onu oğluna ders vermesi için evinde misafir etti. İbn Sînâ, Nâtilî’den Porphyrios’un Îsâġūcî (Eisagoge) adlı mantık kitabını okumaya ve bu çerçevede tartışmalar yapmaya başladı. Gösterdiği üstün başarıdan memnun olan hocası, onun ilimden başka bir işle meşgul edilmemesi yönünde babasına tavsiyede bulundu. Bir süre sonra mantık alanında hocasının yetersiz kaldığını düşünen İbn Sînâ, konuyla ilgili eserleri kendi kendine okumaya ve şerhleri incelemeye başladı. Bu arada Öklid’in Elementler’inin baştan beş altı bölümünü yine Nâtilî’den okudu, kitabın geri kalan kısmını ise kendi kendine çözmeye çalıştı.

Nâtilî Gürgenç’e gitmek üzere Buhara’dan ayrılınca İbn Sînâ fizik, metafizik ve diğer felsefî konularla ilgili metinlere ve bunların şerhlerine yöneldi. Bu çalışmalar neticesinde felsefenin bütün disiplinlerinde iyi bir donanıma sahip olduktan sonra tıp tahsiline başladı. Kaynaklarda İbn Sînâ’nın tıp alanındaki hocaları arasında Ebû Sehl Îsâ b. Yahyâ el-Mesîhî ile Sâmânîler’in saray hekimi Ebû Mansûr Hasan b. Nûh el-Kumrî’nin isimleri zikredilmektedir. Bu suretle tıp ve eczacılıkta da ileri bir düzeye ulaşan, kendi ifadesine göre daha on altı yaşında iken birçok tabibin onu bir tıp otoritesi sayarak bilgisinden faydalandığı İbn Sînâ, tıpta teoriden pratiğe geçerek bilgilerini daha da geliştirdi.

İbn-i Sînâ, ilk olarak 997(17-18 yaşları) yılında tehlikeli bir hastalıktan kurtardığı Emir'in yanında çalışmaya başladı. Bu hizmetinin karşılığında aldığı en önemli ödül Samanilerin resmi kütüphanesinden dilediğince yararlanmak oldu. Kütüphanede kısa süre sonra meydana gelen yangında düşmanları onu bilerek kundaklama yapmakla suçladı.

Yine bu yıllarda Ebü’l-Hüseyin el-Arûzî’nin, kendisi için ilim ve felsefe konusunda kapsamlı bir kitap yazmasını teklif etmesi üzerine matematik dışındaki bütün ilimleri içine alan el-Ḥikmetü’l-ʿarûżiyye adlı bir eser kaleme almış, Ebû Bekir el-Berkī’nin talebiyle de yaklaşık yirmi ciltlik el-Ḥâṣıl ve’l-Maḥṣûl ile el-Bir ve’l-is̱m adında bir risâle telif etmiştir.

22 yaşında babasını kaybetti. 1004 yılının Aralık ayında Samani Hanedanı sona erdi. İbn-i Sînâ, Gazneli Mahmud'un teklifini geri çevirdi ve batıya, Ürgenç'e gitti. Buradaki vezir, bilim dostuydu ve ona küçük de olsa bir maaş bağladı. Yetenekleri için kullanma sahası arayan İbn-i Sînâ, Merv'den Nişabur'a ve Horasan sınırlarına kadar bölgeyi adım adım dolaştı. Bu sırada zaman zaman vezirlik makamlarında bulundu ve öğrenci yetiştirmeye devam etti.

Kendisi de şair ve bilim adamı olan ve İbn-i Sînâ'ya sığınak sağlayan hükümdar Kâbus, bu sırada çıkan ayaklanmada öldü. İbn-i Sînâ'nın kendisi de şiddetli bir hastalığa yakalanmıştı. Sonunda Hazar Denizi kıyısındaki Gürgan'da eski bir arkadaşına rastladı. Onun yanına yerleşti ve bu kentte mantık ve astronomi dersleri vermeye başladı. Kanun kitabının başlangıcı da bu döneme rastlar.

İbn-i Sînâ'nın kalan 10-12 yılı Ebû Câfer'in hizmetinde geçti. Burada doktor, bilim danışmanı olarak çalıştı ve hatta savaşlara bile katıldı. Bu yıllarda edebiyat ve filoloji çalışmaya başladı.

İsfahan’da kaldığı yıllar boyunca nisbeten sâkin bir hayat süren İbn Sînâ, Gazneli Hükümdarı Sultan Mesud’un İsfahan’ı almasından sonra evinin ve kütüphanesinin yağmalanması üzerine büyük bir sarsıntı geçirdi. Bu dönemde sağlığı da bozuldu; devrinde yaygın olan kulunç hastalığına yakalandı. Kendini tedavi etmeye çalışan İbn Sînâ, bir ara tekrar sağlığına kavuşur gibi olduysa da tam iyileşemedi. Alâüddevle Hemedan’a sefere çıktığında onunla beraber bulunduğu sırada yolda tekrar hastalandı ve Hemedan’a ulaştıklarında vefat etti. Ölüm yatağında mallarını yoksullara bağışladı, kölelerini azat etti ve son gününe dek üç günde bir Kuran okudu. Haziran 1037'de 56-57 yaşında öldü. Kabri Hamedan'dadır.

***

Kindî ile başlayan İslâm felsefe geleneğinin zirvesinde bulunan İbn Sînâ felsefî sisteminde özellikle Fârâbî’ye çok şey borçludur. Kendisi bir bakıma Fârâbî’nin öğrencisi ve halefi olarak görülebilir. Bununla birlikte üstadını aşmış, tarih içerisinde onun adını ikinci derecede bırakmıştır. Çünkü seleflerinden çok daha parlak ve sistem sahibi bir müellifti. İbn Sînâ’yı eleştiren Gazzâlî ve Fahreddin er-Râzî gibi İslâm filozofları da kendisinden etkilenmişlerdir. Asırlarca İslâm felsefesi geleneğine hâkim olmuş mükemmel bir felsefe sistemi kuran tek kişinin İbn Sînâ olduğu söylenebilir.

İbn Sînâ’nın Şiîliği benimsediği, bilhassa İsmâilî düşüncesinin etkisi altında kaldığı, esasen felsefesini bu çerçevede kurduğu tezi özellikle 1950’lerden bu yana bazı müellifler tarafından dile getirilmektedir (Corbin, s. 171; Türker-Küyel, s. 131). Bu iddianın ortaya atılmasında, İbn Sînâ’nın babasının İsmâilî dâîlerle ilişkisinin bulunması yanında felsefî sisteminde ortaya koyduğu düşünce ve kavramların da etkisi söz konusudur. Ancak İbn Sînâ, babasının evinde İsmâilîler’in felsefî görüşlerini dinlediğini kaydetmekle birlikte, babasının ve kardeşinin İsmâilî dâîlere icâbet ettiğini ifade ederken kendisinin bu düşünceleri benimsemediğini söylemektedir (İbn Ebû Usaybia, s. 437). Ayrıca hocaları arasında Hanefî fakihi İsmâil ez-Zâhid’in bulunması da onun dinî eğitimini Şiî veya İsmâilî çevreden almadığını göstermektedir. İbn Sînâ’nın felsefî sistemine ve bu sistem içerisinde kullandığı kutsî güç, imam, ârif, sudûr ve feyezân gibi kavramlara gelince, iddia edildiğinin aksine bu kavramlar onun sisteminde Şiîler’in, bilhassa İsmâilîler’in kullandığı anlamıyla kullanılmamaktadır. Ayrıca düşünürün felsefesinde vasiyet, ismet, takıyye, on iki imam gibi telakkiler de yer almamaktadır. Bu bakımdan onun Şîa’ya mensup olduğu veya Şiî düşünceleri çerçevesinde felsefesini kurduğu yolundaki açıklamalar gerçek dışı görünmektedir.

Yazının burdan sonraki bölümü çok daha özet bilgi içermektedir. Merak eden kardeşlerim İslam Ansiklopedisinden İbn-i Sina ile ilgili bölümü okuyabilirler. (20.cilt sy. 319-358) 

Düşünceleri

İbn-i Sînâ'ya göre metafiziğin temel konusu, "vücudu mutlak" olan Allah ile yüce varlıklardır. Vücut (var olan) üçe ayrılır: Olası varlık veya ortaya çıkan ve sonra yok olan varlık; olası ve zorunlu varlık (tümeller ve yasalar evreni, kendiliğinden var olabilen ve bir dış neden sayesinde gerekli olan varlık); özü gereği gerekli olan varlık (Allah). İbn-i Sînâ; Allah'ı, "Vacib-ül Vücud" -yani varlığı zorunlu olan- olarak belirtir ve bu fikir ona hastır.

İbn-i Sînâ, ruh bilimin, metafizik ile fizik arasında bağlantı kuran ve bu iki bilimden de yararlanan bir bilgi alanı olduğunu savunmuş, ruh bilimini üç ana bölüme ayırmıştır: Akıl ruh bilimi; deneysel ruh bilim; tasavvuf ya da gizemci ruh bilim. İnsanların ruhlarının müzikle tedavi edilebileceğini öne sürmüş ve bu yöntemi geliştirmiştir.

İbn-i Sina’nın akıl konusundaki görüşleri Aristoteles ve Fârâbî'den farklı olarak, aklın 5 çeşit olduğu şeklindedir; bilmeleke (ya da 'olası akıl' açık-seçik ve zorunlu olanları bilebilir); he-yulâni akıl (Bilmeyi ve anlamayı sağlar.); kutsi akıl (Aklın en yüksek aşamasıdır ve her insanda bulunmaz.); mustefat akıl (Kendisinde bulunanı, kendisine verilen "makul"lerin suretlerini algılar.); bilfiil akıl ("Makul"leri yani kazanılmış verileri kavrar.). İbn-i Sînâ, akıl konusunda, Eflatun'un idealizmi ile Aristoteles'in deneyciliğini uzlaştırmaya, birleştirici bir akıl görüşü ortaya koymaya çalışmıştır.

Kitapları
 

  1. eş-Şifâ, felsefeye dair en önemli eseridir. Ansiklopedik bir tarzda yazılmış olup mantık, tabîiyyât, riyâziyyât ve ilâhiyyât bölümlerinden meydana gelmektedir.
  2. en-Necât, felsefenin temel konularında okuyucuya bilgi vermek ve bu alana yönelen kimseleri yetiştirmek amacıyla 417 (1026) veya 418 (1027) yılında kaleme alınmıştır. Önemli ölçüde eş-Şifâʾın mantık, tabîiyyât ve ilâhiyyât bölümlerinin bir özeti mahiyetinde olan eserin riyâziyyât bölümü Cûzcânî tarafından İbn Sînâ’nın eserlerinden faydalanılarak oluşturulmuştur.
  3. el-İşârât ve’t-tenbîhât, felsefenin mantık, tabîiyyât, ilâhiyyât ve ahlâk konularında yazılmış olup eş-Şifâʾdaki ilgili bölümlerin özeti niteliğinde ise de gerek üslûbu gerekse kullanılan kavramların farklılığı ve ortaya konulan görüşlerin yeni bir sistematik içerisinde sunulması bakımından özgün bir eserdir.
  4. Dânişnâme-i ʿAlâʾî (Ḥikmet-i ʿAlâʾî [ʿAlâʾiyye], Kitâb-ı ʿAlâʾî), felsefe alanında Farsça olarak yazılmış ilk ansiklopedik eserdir.
  5. el-Mebdeʾ ve’l-meʿâd, metafizik ve ahlâk konusunda yazılmış olup üç bölümden oluşmaktadır.
  6. ʿUyûnü’l-ḥikme, mantık, tabîiyyât ve metafizik olmak üzere üç bölümden oluşan kitabın tabîiyyât bölümü ilk defa Tisʿu resâʾil içerisinde neşredilmiştir
  7. Ḥay b. Yaḳẓân, sembolik hikâye tarzında yazılmış bir eseridir.
  8. el-Ḥikmetü’l-ʿarûżiyye (el-Mecmûʿ), Ebü’l-Hüseyin el-Arûzî’nin isteği üzerine 392-393 (1001-1002) yıllarında mantık, tabîiyyât ve ilâhiyyât konusunda kaleme alınmış ansiklopedik bir çalışmadır.
  9. el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıb, İbn Sînâ’nın tıp konusundaki en önemli eseridir. Tıp biliminin genel konuları, basit ilâçlar, organ hastalıkları, kısımlara ait hastalıklar ve mürekkep ilâçlar olmak üzere beş ana bölümden oluşan eser ilk defa 1593’te Roma’da basılmıştır.

ve daha birçok eser… Tüm eser bilgilerine ulaşmak için İslam ansiklopedisine bakabilirsiniz.

İbn-i Sina ve Tıp

El-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıb beş kitaptan meydana gelmektedir. Birinci kitap “el-Külliyyât” (tıbbın genel ilkeleri) başlığını taşımaktadır ve eserin teorik yoğunluğu en fazla olan bölümüdür; bu bölüm üzerine İslâm dünyasında çok sayıda şerh yazılmıştır. Dört bölümden oluşan birinci kitapta anâsır-ı erbaa, ahlât-ı erbaa, mizaç teorisi, anatomi, fizyolojik fonksiyonlar ve bunların tıptaki ruh (pneuma) kavramıyla ilişkisi ele alınmaktadır. İkinci bölüm genel olarak patolojik belirtiler, üçüncüsü hıfzıssıhha hakkındadır. Dördüncü bölümde tedavi şekilleri sıralanmakta ve bunlar üzerinde ayrıntılı biçimde durulmaktadır. Eserin ikinci kitabı drogların (müfred devâlar: materia medica) tabii özellikleri ve türlerine dairdir. İbn Sînâ bu kitapta çoğu bitkisel olmak üzere 800’e yakın ilâcın listesini vermektedir. Üçüncü kitap hastalık çeşitlerini ele alır. Dördüncü kitap belli organlara has olmayan hastalıkları konu edinir. Ateşli hastalıklar, bunların seyri ve tedavisinin yanı sıra abseler, ortopedik problemler, zehirlenmeler, yaralanmalar vb. bu kitapta ele alınmaktadır. Beşinci kitap ise çeşitli ilâç terkipleri ve bunların tıbbî uygulanış şekilleri hakkındadır. Burada zikredilen mürekkep ilâçlar 650’yi bulmaktadır.

Kendi çağının tıp geleneği bakımından zirveyi temsil eden, kendisinden sonraki tıp öğretimi ve araştırmaları için hem İslâm hem de Avrupa ilim çevrelerinde sarsılmaz bir otorite, aydınlatıcı bir kılavuz ve yeni fikirler ilham eden bir kaynak teşkil eden İbn Sînâ’nın hastalıkların tanımı, teşhisi ve tedavisiyle ilgili olarak ortaya koyduğu başarının ana hatlarıyla sergilenmesi, onun ilmî şahsiyetini daha yakından değerlendirmeyi mümkün kılacaktır. el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb’ın birinci kitabında hastalığın teşhisi için nabız ve idrar muayenesi bahisleri oldukça ilgi çekicidir. Nizâmî-i Arûzî, hekimin nabızla ilgili teşhiste mâhir olduğunu ifade etmektedir. İbn Sînâ’nın bu konuda Galen’in yanı sıra Çin ve Orta Asya tabâbetinden de faydalandığı anlaşılmaktadır (Nizâmî-i Arûzî, s. 23-24; Uzluk, s. 3; İbn Sînâ’nın yönteminin Çin tıbbıyla benzerliği için bk. Sakae Miki, s. 47). Nabzı damarların kendilerine ait hareketleri olarak vasıflandıran İbn Sînâ, nabzın dokuz temel özelliğinden söz ederek bu özelliklerin ikişer ikişer birleştirilmesinden on sekiz, üçer üçer birleştirilmesinden yirmi yedi nabız şeklinin ortaya çıktığını belirtmektedir. Ayrıca düzenli ve düzensiz, hızlı, yavaş ve mutedil olma durumuna göre nabız şekillerinin daha da arttığına işaret etmektedir. Bu çerçevede aritmi gösteren nabızların çeşitlerini yahut nabzın cinsiyete, yaşa, mizaca, uykuda ve uyanık olma hallerine, perhizde olup olmama, hamileliğe veya psikolojik durumlara göre ne şekilde değiştiğini açıklayarak hekimlerin nabza göre ne şekilde hareket etmesi gerektiğini ortaya koymuştur. İbn Sînâ’nın el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıb’da nabızla ilgili olarak yer alan bölümden başka teneffüs ve nabza bakarak teşhiste bulunma usullerine dair Risâletü maʿrifeti’t-teneffüs ve’n-nabż adlı bir eser yazdığı da bilinmektedir (İbrâhim Şebbûh, nr. 234-235). İdrarla hastalık teşhisine ilişkin olarak da İbn Sînâ’nın şeker hastalığını idrarın tatlılığından teşhis edebildiği ve şeker hastasının tatlı idrarını “multitudo urinae”den ayırabildiği tıp tarihçisi Hans Schadewaldt tarafından ileri sürülmüştür (Allergie, II, 11-13). Bu tür bir teşhis yönteminden eski Grek hekimleri bahsetmediğine göre İbn Sînâ’nın, aynı yöntemden bahseden Hint tıbbının klasikleri konumundaki Susruta-Samhita ve Caraka-Samhita’nın Arapça tercümelerinden istifade etmiş olması mümkündür.

İbn Sînâ’nın tıpta sadece bir teorisyen olmadığı, uygulamaya ilişkin oldukça önemli bir tecrübî birikime sahip bulunduğu bilinmektedir. Nitekim kendisi şöhretini ve geçimini bir bakıma başarılı tedavi uygulamalarına borçludur.

Göz hastalıkları konusu çerçevesinde öncelikle “remed” (oftalmi) üzerinde duran İbn Sînâ, bu hastalığı gözün “et-tabakātü’l-mültehime” denilen tabakasının iltihaplanması yani “konjoktivit” olarak vasıflandırmıştır. İbn Sînâ’nın bu konudaki Grek kaynaklarına oftalmolog Ali b. Îsâ’dan daha iyi vâkıf olduğu, el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıb’da oftalminin üç çeşidinin Grekçe isimlerini “tartsis, kimosis, balgamî” olarak vermesinden anlaşılmaktadır (el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıb, II, 113).

İlginizi çekebilir

İbn Sînâ’nın cerrahî ile ilgili tespit ve görüşleri el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb’ın üçüncü kitabında yer almış olup gerek İslâm âleminde gerekse Avrupa’da güvenilir kaynak olarak kabul edilmiştir. Selçuklu Türk Atabegi Nûreddin Zengî’nin Dımaşk’ta kurduğu hastanede hekimlik yapan İbnü’l-Kuf, el-ʿUmde fî ṣınâʿati’l-cirâḥa adlı eserinde yaraların sarılma tekniğiyle ilgili olarak el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıb’da verilen bilgilerden faydalanmıştır (Spies – Thies, LV/4 [1971], s. 386).

Ameliyatlarda anestezi yöntemi konusunda şaraba afyon, sarı sabur, âdemotu (mandragora) ve hindistan cevizi ilâve edilip hastaya içirilmesini öneren İbn Sînâ’nın çağdaşı olan Ali b. Îsâ’nın formülü de mandragora, haşhaş suyu ve afyon şeklindedir (Erinnerungsbuch für Augenärzte, s. XXXV-XXXVII). İbn Sînâ ve Ali b. Îsâ’nın anestezi yöntemi Selçuklular zamanında Suriye ve Mısır’da kullanılmaktaydı. 1218 yılında Haçlı ordusuyla İslâm dünyasına gelen Bolognalı cerrah Hugo von Lucca müslüman cerrahlardan bu usulü öğrenmiştir. Ülkesine dönünce bu yöntemle anestezi uygulamış, oğlu Theodorich Borgognoni de aynı usulü benimseyerek ünlü bir cerrah olmuştur.

Akıl hastalıklarını hâfıza bozukluğu, olmayan şeyleri hayal etme ve geri zekâlılık gibi elementer hastalıklarla bunama, taşkınlık ve melankoliden oluşan gerçek psikozlar olarak iki ana grupta değerlendiren İbn Sînâ bunamanın sebebini beynin orta ventrikülünde göstermektedir.

Frenitis, letarji, uykusuz koma, kuduz veya hidrofobi ve epilepsi de İbn Sînâ tarafından semptomatik psikozlar olarak zikredilmektedir. Psişik hastalıklar arasında oğlancılık ve homoseksüelliği de saymaktadır. Hemoseksüelliği doğuştan ve sonradan edinilen anormallikler olarak ikiye ayırmakta, doğuştan gelen homoseksüelliğin tedavisinin başarılı olamayacağını söylemektedir. Bu görüş günümüzde birçok genetikçinin iddiasıyla uygunluk arz etmektedir. İbn Sînâ, ruhî hastalıkların beynin ventriküllerinde lokalizasyonunu yaparak, ayrıca akıl hastalıklarının meşguliyet, şok, telkin, müzik ve ilâçla tedavisini belirterek bugünkü modern psikiyatrinin kurucusu olmuştur.

İbn Sînâ’nın salgın hastalıklar konusunda da dikkat çekici tespitleri vardır. Bilhassa el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıbb’ın dördüncü kitabında yer alan bu tespitler içinde, malaryanın sazlık ve bataklık yerlerde görüldüğü gözleminden hareketle hastalıkla sivrisinekler arasındaki ilişkiye zımnen işaret etmesi, veba salgınıyla fareler arasındaki münasebeti belirtmesi ve sudaki kokuşmaya yol açan “cinnü’l-mâ” adını verdiği varlıklardan söz ederek mikroskobun keşfinden çok önce mikroptan bahsetmesi sayılabilir. Onun zehirler ve zehirlenmeyle ilgili olarak eserinin yine dördüncü kitabında verdiği bilgiler de önemlidir (Ruska, sy. 50 [1932], s. 794-795). Zehirleri mineral, nebatî ve hayvanî zehirler şeklinde tasnif eden İbn Sînâ böcek ısırması, yılan sokması ve kuduz köpek ısırmasıyla ilgili olarak ayrıntılı bilgi vermektedir. Önce zehirleri tanımlayan filozof, zehirlenmelerin semptomlarını verdikten sonra tedavi şekilleri hakkında açıklamalarda bulunmaktadır. Kulak, burun, boğaz hastalıklarına eserinin üçüncü kitabında yaklaşık yetmiş sayfa ayıran İbn Sînâ, Orta Asya’da Uygur Türkleri’nin kullandığı bazı ilâç ve drogların kullanılmasının yanı sıra tonsillektomi ve trakeotomi ameliyatlarından da ayrıntılı biçimde bahsetmiştir. Bu arada İbn Sînâ’nın, Nûh b. Mansûr’un boğazındaki hunnak hastalığını tedavi ettiği ve böylece on sekiz yaşında üne kavuştuğu da kaydedilmektedir.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Sen de bir yorum yaz
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak.

En Çok Okunanlar

01




02




03




04




05




Sizin İçin Seçtiklerimiz






Tıbbiyeli Dergi















Son Yorumlar