Yorulmuş ve Yoğrulmuş Hekimlere HitabenYorulmuş ve Yoğrulmuş Hekimlere Hitaben

Yorulmuş ve Yoğrulmuş Hekimlere Hitaben

İnsanlığın düştüğü en sefil dönemlerden birindeyiz hissindeyim. Yaşantılar, fikirler, yuvalar temelsiz inşa ediliyor. Azıklar yetersiz; rehberin nereye gittiğinden haberi yok. Rüzgârların estiği yön, suların aktığı taraf güvenli liman olmuş. Bir yumuşakça misali asalak olmak yerine omurgalı duruş o rüzgâra da suya da karşı koymayı gerektiriyor. Bazen o su bazen de rüzgâr o sayıları hayli az olan duruş sahiplerini birer birer yıkıyor. Hep aynı yöne bakan, aynı yaşayan, aynı düşünen, akıntının verdiğine ömrünü adayan bu canlılar, kalbiyle akledemeden (Kaf 37) göçüp gidiyor.

İş moral bozmak değil ya da bilinene, görülene betimlemeler yapmak hiç değil. Sık hatırlamak ve hatırlatmak gerektiği kanaatindeyim.  Bu dünyada oksijen tüketmekle başlayan serüven şu ana, bu satıra kadar her ne kazandırdıysa bu dünya adına sana, bana o beyaz bez parçasının içerisine sığamayacak. İşte tam da bu noktada yaman bir çelişkide olduğumuzu düşünüyorum. Ölüme bu kadar yakın olup bu kadar uzak yaşayan başka bir insan grubu var mıdır bilemiyorum. Onlarca hastaya kalp masajı yapıp kendi kalp ve düşünce sistemine mesaj gönderememek ne yaman çelişki…

Öğrencilik döneminde küçük kulaçlarla başlayan ileride kendimizi okyanusun içerisinde bulduğumuz hekimlik dünyası, bizlere fakültelerde anlatılmayan nice zorluklar yaşatıyor. Kadın-erkek ilişkileri, para, kibir, gıybet, menfaat için şahsiyetten taviz, ilaç/medikal sektörü, statü ve daha birçoğu… Önce insan sonra da müslüman kimliğimizin üzerine giydiğimiz beyaz hekim gömleğimiz yıllara meydan okuyamayıp griden siyaha doğru kirleniyor. Şahsiyetimiz yıllar geçtikçe eriyor.

Reçeteler, hastalar, yatışlar, memnuniyetsiz insanlar, sürekli hata veren hastane bilgi yönetim sistemleri ve daha niceleri. Duralım diyorum; bir arrestin başında değilsek duralım ya da ameliyatın ortasında değilsek ya da yoğun bakımdaki hastamız kötüleşmediyse; duralım. İş listemizi kenara koyalım. Kafalarımızın içinde bir uğultu. Biliyorum... Göğün ve çoğu zaman dahi pencerenin olmadığı o duvarların ve ışıkların arasında oturup ellerimizi başımızın arasına alalım; alnımızı oğuşturalım hatta kulaklarımızı tıkayalım; hayatımızı birkaç dakikalığına durduralım.

Hangi niyet ile nerede, ne yapıyoruz? Neyin peşinde koşturuyoruz? Kalbimiz mutmain mi? Ya değilse… Azrail yanı başımızda bulunduğu yoğun bakım, acil servis, ameliyathanelerde ömür geçiren bizler; neleri ıskalıyoruz? Soralım bakalım. Kendimizi piyon hissettiğimiz bu sistemde nasıl canlı kalabiliriz, kalbimize bir siyah nokta daha eklemeden bu işler nasıl olur?

Uzar gider bu böyle. Sırtımızın sıvazlanmaya ihtiyacı var azizim. Hastane ve hasta muhabbetinin olmadığı meclislere ve kucaklaşmaya. Sonrasında da belki gücümüz yeter, böyle gitmeyeceği aşikar olan düzen/sistem/işleyiş -adı her ne ise- için çözüm önerileri konuşuruz.

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Sen de bir yorum yaz
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak.

En Çok Okunanlar

01




02




03




04




05




Sizin İçin Seçtiklerimiz






Tıbbiyeli Dergi















Son Yorumlar