İlk Kıbleyi Ziyaretİlk Kıbleyi Ziyaret

İlk Kıbleyi Ziyaret

2018’in sıcak bir temmuz ayı. Erkek kardeşimle beraber hayalimizdeki yolculuğa çıktık. İstanbul'dan havalanan uçağımız Tel Aviv'e iniş yaptı. Uçaktan inip havalimanına girdiğimiz esnada tur rehberimiz gümrük memurlarına, polislere ve askerlere karşı ne şekilde bir tutum sergilememiz gerektiği hakkında uyarılarda bulundu. Bununla beraber, sıradan bir yurt dışı gezisi gibi olmayacağını daha önceden anlamıştık. Henüz İstanbul'da bekleme salonuna girişte tüm yolcuların üzerinin ve bavullarının ayrıntılı olarak sıra dışı bir şekilde aranması bizi tedirgin etmişti. Ama saklayacağımız hiçbir şey yoktu; açık Müslüman kimliğimizle Kudüs-ü Şerif'i ziyarete gelmiştik. Pasaport kontrolünün ardından havalimanından çıkıp bizi otelimize götürecek otobüslere bindik. Yaklaşık 1 saatlik yolculuğu yine rehberimizin bilgilendirmeleri eşliğinde etrafı izleyerek sürdürdük. "Utanç duvarları" denilen o ucubelerin yanlarından geçtik sık sık... Sonu gözükmeyen yüksek duvarların içinde Filistinli Müslüman halk yaşıyordu, giriş-çıkış saatleri vardı ve kontrolü Siyonist askerler sağlıyordu. Bu buruk ve öfkeli bakışların ardından hayallerimizi süsleyen mübarek beldeye ulaştık. Eşyalarımızı yerleştirdikten sonra ikindi namazını Mescid-i Aksa'da kılmak üzere rehberimiz eşliğinde yaklaşık 20 dakika sürecek olan yürüyüşe çıktık. Otelimizin bulunduğu mevkinin 6 Gün Savaşları öncesinde Ürdün sınırları içerisinde olduğu bilgisini paylaştı rehberimiz. Etrafı seyrederek ve yolu ezberlemeye çalışarak devam ettik. Evlerin hemen hepsi benzer tipteydi ve tamamının dış cephesi sarıya kayan beyaz renkliydi. Yerel halkın çoğunluğu Filistinli Müslümanlardan oluşuyordu ama etrafta Siyonist devlete ait resmi makamlar bulunuyor, her yerde Siyonist devletin bayrağı dalgalanıyordu... Sokakları ve caddeleri geçerek büyük ve hâlâ sağlam gözüken surlara ulaştık. Bu surların içinde kalan kısım "Eski Şehir" olarak adlandırılıyordu. Geniş bir alanı kapsayan surlar, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştı ve hâlâ dimdik ayaktaydı. Bazıları kapalı olmak üzere 8 kapı vardı. Güzergâhımıza en yakın olan kapıdan giriş yaptık. Eski şehir kısmında da bir hayli yerleşim vardı. Dar sokaklarda oyun oynayan çocuklar bizi görünce mutlu olmuştu. Aynı şekilde esnaf da bize selam veriyordu. Belli ki buralara dışarıdan pek Müslüman ziyaretçi gelmiyordu... Seyyar satıcıların pişirdiği, Ortadoğu mutfağının meşhur yiyeceklerinden felafelin kokusu eşliğinde yolumuza devam ettik. Ve Mescid-i Aksa'nın kapısındaydık... Bu girişin kontrolünü de her yerde olduğu gibi Siyonist askerler sağlıyordu. Onların orada bulunmamızı istemeyen tavırlarına karşılık bizim gururlu tavrımızla korkmuşa benziyorlardı, bu şekilde kutsal mekana giriş yaptık. Kubbet-üs Sahra'nın1 güneşte parlayan altın kubbesi gözümüzü alıyordu. Birkaç dakika boyunca büyük bir hayranlık ve mutlulukla sadece seyrettik. Üçüncü kutsal mescidi de ziyaret etme şerefine nail olmayı nasip eden Allah'a her an şükrediyorduk. Çok geniş bir avlunun içerisindeydik. Etrafta irili ufaklı tamamı farklı dönemlerde Müslümanlar tarafından yapılmış bir sürü tarihi eser vardı. Bazı eserlerin ve yapıların üzerinde geniş mermi izleri olmak suretiyle ciddi hasarlar vardı. Siyonistler, protestoları bastırmak amacıyla, Müslümanların Harem bölgesi sayılan bu mekana sık sık giriş yapıyor ve sözde plastik mermilerle(!) müdahale ediyordu. Bir yandan rehberimizin verdiği bilgileri dinlerken bir yandan da hayretler içerisinde etrafı izliyorduk. Bir tepenin üstüne inşa edilmiş bu mekandan etraf çok güzel bir şekilde izlenebiliyordu. Karşı tarafta Zeytin Dağı (Yahudiler Sion Tepesi der) üzerindeki sayısız mezarlıktan dolayı bembeyaz gözüküyordu. Bunlar Yahudi mezarlarıydı. İnanışlarına göre bu kutsal saydıkları yere defnedilenler, cennete ilk girecek olanlardı. Dolayısıyla mezar yerleri, rehberimizin söylediğine göre 5 milyon dolar gibi çok yüksek meblağlara satılıyordu. Biraz dolaştıktan sonra altın kubbeli, mavi çinili Kubbet-üs Sahra'nın içerisine girdik. İçeride tam ortada, Hacer-i Muallak diye adlandırılan, Yahudilerin de kutsal saydığı kocaman bir kaya vardı. Bu kayanın altındaki boş alana dar bir merdivenle iniliyordu. Altındaki ufak alanda namaz kılan, dua eden insanlar vardı. Rivayetlere göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) Mirac’a bu kayanın üzerinden yükselmişti. Başka bir rivayete göre Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail’i kurban etmek için bu kayanın üzerine çıkmıştı. Yine diğer peygamberlerle ilgili de başka rivayetler vardı. Sekizgen şeklindeki Kubbet-üs Sahra’nın Emeviler tarafından asıl inşa edilme amacı bu kayayı korumaktı ancak daha sonradan mescid olarak da kullanılmaya başlanmıştı. Bu yapının hemen yanında da aynı mimaride ve şekilde, Kubbet-üs Sahra’nın yapımı için toplanan vergilerin konulması amacıyla inşa edilmiş küçük bir yapı daha vardı. İkindi namazını kıldıktan sonra tekrar avluya çıkıp gezimize devam ettik. Mescid-i Aksa2, içerisinde birden fazla mescidi, çeşmeleri, sebilleri, şadırvanları, gölgelikleri, mihrapları, bir medrese ile kütüphaneyi ve hatta bir de müzeyi barındırıyordu. Aksa içindeki tüm görevliler Ürdün devletinin görevlileriydi. Avlunun kıble tarafına yakın olan ucundaki Kıble Mescid’ine3 doğru yürüdük. Kubbesi kurşundan yapılma bu mescid, Aksa’daki en büyük mesciddi. İçerisi sakindi, pek insan yoktu. Burada biraz soluklandık, tur ekibindeki diğer kişilerle kaynaştık. Ekibin büyük çoğunluğu gençti, dolayısıyla hızlı hareket edebiliyorduk. Herkes birbirine bilgi aktarımı yapıyordu. O esnada bir Siyonist gurup, askerler eşliğinde Mescid-i Aksa’ya girdi. İçeride biraz dolaşıp çıktılar. Harem sınırlarımızı ihlal eden bu tip baskınlar sık sık oluyordu. Malesef ki öfkeyle kalbimizden buğuz etmekle yetiniyorduk. Günün geri kalanı için serbest olduğumuzu söyledi rehberimiz. Biz de Eski Şehir'in batı tarafındaki sokaklarında bir gezintiye çıktık. Yan yana dükkanlarda hediyelik eşyalar ve dini motifler satan Müslüman ve Yahudi esnaflar vardı. Bu bölgede hem Müslüman, hem Yahudi, hem de Hıristiyanlar bir arada yaşıyordu. Etrafı keşfedip kalan vakit namazlarımızı da kılıp otelimize geri döndük. Gün boyu ayakta kaldığımız için bacaklarımız ağrıyordu, çok uzun bir gün olmuştu ama buna kesinlikle değmişti. 

Ertesi gün sabah namazını ilk kıblemiz Aksa'da kılmak için erkenden uyandık. Bu sefer Aksa’ya girişimizde kapıdaki bir polis pasaportlarımıza, çıkışta geri vermek üzere sebepsiz yere el koydu. Ama fazla önemsemeden devam ettik. Kıble Mescidi'nde namazımızı kıldık. Cemaat, diğer vakitlerde olduğu gibi gerçekten çok az kişiydi. Çünkü Siyonistler yerel halktan herkesin girmesine müsaade etmiyordu. Bizim haricimizde de, biri Türk, diğeri de sanırım Malezyalı olmak üzere sadece iki tur ekibi daha vardı. Mekke ve Medine’de gördüğümüz kalabalıkları burada da görmeyi umarken, aksini görmüş olmak bizi üzüyordu. Namazdan sonra, yerin altında bulunan Ömer Mescidi, Mervan Mescidi ve bir medrese ile kütüphaneyi ziyaret ettik. Bu kısım serin olduğu için sıcak günlerde tercih ediliyordu. Gurubumuzla beraber Zeytin Dağı'na gitmeden önce, Mescid-i Aksa'nın doğu duvarı dibinde bulunan Müslüman mezarlığına uğradık. Bakımsız kalmış ve zarar verilmiş bu mezarlıkta bazı sahabelerin ve önemli şahsiyetlerin de kabirleri vardı. Birer Fatiha okuyup yolumuza devam ettik. Zeytin Dağı'na yakın bir mevkide Selman-ı Farisî'nin makamını ziyaret ettik. Ardından Zeytin Dağı'nın zirvesine doğru yürüdük ve fotoğraflarda sık sık gördüğümüz o mükemmel manzara karşımızdaydı. Mescid-i Aksa'nın en net ve geniş görüntüsü buradan izlenebiliyordu. Tepenin etrafı tamamen Yahudi mezarlarıyla doluydu. O bölgede yaşayan bir Müslüman hatıra olarak bize birer zeytin dalı hediye etti. Fotoğraf çekip biraz manzarayı izledikten sonra yolumuza devam ettik. Bir sonraki durağımız Yahudilerin ilk kralları olarak kabul ettikleri, büyük hürmet gösterdikleri Hz. Davud'un makamıydı. Burada Yahudiler kutsal kitaplarını okuyor ve ibadet ediyordu. Bu toprakların her karışında nice peygamberlerin ve önemli şahsiyetlerin ayak izi olduğunu bilmek, ziyaretimizi daha da heyecanlı ve anlamlı bir hale getiriyordu. Buradan ayrılıp Hıristiyanların hacı olmak için geldikleri, en kutsal mekanları olan Kıyamet Kilisesi’ne5 gittik. Bu kilise, bütün mezheplerin birleştiği dünyadaki tek Hıristiyan ibadethanesiydi. Dolayısıyla tarih boyunca çok kavgaya sahne olmuştu. Bu kavgaların neticesinde, hala devam eden bir gelenekle Osmanlı döneminde kilisenin anahtarı Müslüman bir aileye teslim edilmişti. İnançlarına göre burası Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yerdi, onun işkenceye maruz kaldığı yerlerden sırtlarındaki dev haçlarla sırasıyla yürüyüp bu kilisede ibadetlerini tamamlıyorlardı. Günün kalanı için yine serbest kalınca tek başıma Burak Duvarı’na4 (Yahudiler “Ağlama Duvarı” der) gittim. Rivayetlere göre Hz. Peygamber (s.a.v) Miraç hadisesinde bineğini burada bırakmıştı. Bu kısımda Yahudiler ibadet ediyordu, Müslümanların girişi yasaktı ama turist olduğum için girmeme müsaade etmişlerdi. Bu duvar, Mescid-i Aksa’nın dış duvarıydı. Yahudiler, duvardaki taşların arasındaki boşluklara günahlarını yazdıkları kağıtları sıkıştırıp dua ve tövbe ediyorlardı. Hemen yan tarafta Yahudilere ait medrese tarzı bir yer vardı. Bu mekanda bir Yahudi ile dinlerimiz arasındaki farklılıkları ve günümüzde yaşanan olayları tartıştık, ona dinleri hakkında merak ettiğimiz şeyleri sorduk. Duvarın diğer tarafında ise Siyonistlerin Süleyman Mabedi’nin kalıntılarını bulmak amacıyla yaptıkları kazılar görülebiliyordu. Sonrasında buradan ayrılıp kardeşimle beraber yerel lezzetleri tatmak ve hediyelik eşya almak üzere tekrardan Eski Şehir sokaklarında kaybolduk. Kardeşimin Arapça biliyor olması bize kolaylık sağlıyordu. Bu bölgede işlerimizi hallettikten sonra labirent gibi sokaklardan geçerek Burj Al Laklak adında bir gençlik merkezine girdik. Burada Müslüman gençler küçük yaştan itibaren hem ilim öğreniyor hem de sporcu olarak yetiştiriliyordu. Tıpkı burada da olduğu gibi, Kudüs gezimiz boyunca sık sık Türk bayrağıyla ve Türkiye’ye sevgi gösterileri yapan insanlarla karşılaştık. Daha sonrasında da karşımıza çıkan Rockefeller Müzesine girdik. İnsan iskeletleri ve sıra dışı şeyler vardı, iç karartıcı bir mekandı. Ardından geri dönüp Mescid-i Aksa’nın içerisinde bulunan İslam Müzesini de ziyaret ettik. Müzedeki en önemli eser, Selahaddin Eyyübi henüz Kudüs’ü fethetmemişken Nureddin Zengi’nin emriyle yapımına başlanan ahşap bir minberdi. Ancak 1969 yılında Siyonistler tarafından kasıtlı olarak çıkarılan yangında bu minber ciddi zarar görmüş ve yerine aynı yöntemle taklidi yapılıp orijinali müzeye yerleştirilmişti. Müzeden çıkıp avluda dolaştık, hava güzeldi. Bu mistik hava, içimizi huzurla dolduruyordu. Kalan vakit namazlarımızı da Aksa’da kılıp etrafta vakit geçirdik. Gün, bu şekilde tamamlanmıştı. Hayatımın en mükemmel deneyimi ve gezisi olarak nitelendirebilirdim Kudüs ziyaretimizi. Kalan günlerin büyük kısmı bölgedeki diğer şehirleri ziyaret etmekle geçti. İnşallah o kısmı da başka bir yazıda ayrı olarak kaleme alırız. Bu mübarek topraklara tekrar gidebilmek için sık sık dua ediyorum. Allah gitmek isteyen her Müslümana nasip etsin.

1-Kubbet-üs Sahra

 

2-Mescid-i Aksa'nın içerisindeki mescidler

 

3-Kıble Mescidi

 

4-Burak Duvarı

 

5-Kıyamet Kilisesi

Sonraki yazı

Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Sen de bir yorum yaz
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak.

En Çok Okunanlar

01




02




03




04




05




Sizin İçin Seçtiklerimiz






Tıbbiyeli Dergi















Son Yorumlar