İnsan - Sigara ve Karantina
Artık dışarıda, bahçe diyemesek de bahçeye benzeyen yerdeyiz. Soğuk havanın oksijeni bir başka oluyor… Derin bir soluk alarak başımı yukarı kaldırıyorum. Soğuk mavi renkli gökyüzü, yer yer kümelenmiş pamuktan daha pamuk bulutlarla sanki bize selam veriyor. Sinesinde bugün bizim için herhangi bir nasip var mı, bilemiyoruz. Gökyüzünün maviliği ile bulutların beyazlığı ve ikisinin birbiri içindeki harika uyumu, alabildiğine geniş. Sanki iyice baksan aklını yitirebileceğin o muhteşem manzara, bana “Subhansın ya Rab!” dedirtiyor. Ne opak ne saydam, ne renkli ne renksiz, ne var ne yok. Hakikaten ne zaman gökyüzüne baksam gözüm gönlüm açılır, beynim rahatlar, daha rahat düşünüp daha güzel hissederim. Tüm bunlar için ve diğer her şey için şükrederim. Bunu Allah’ın boşuna yaratmadığına tekrar şahitlik eder, görev ve sorumluluk bilincim tekrar yükselirken kendimi daha “insan” hissederim. Yeryüzünün benim için yaratıldığına, benim Allah’ın halifesi olduğuma; bunların, üzerime bir yandan nice sorumluluk yüklediğine bir yandan da o kadar mutlu ettiğine şükrederek daha zinde halde dünyaya dönerim.
Tabii maalesef, doğa güzel ama bazı insanlar çirkin. Hastane bahçesinde, hastaların gözü önünde pervasızca sigara içen doktor veya adayları, maalesef sadece diploma sahibi veya akademisyenden öteye gidemiyorlar. Çünkü halka alenen -özellikle gençler tarafından maarifet arz edilerek- yapılan yanlış için zafiyet veya bağımlılık gibi bahaneler ileri sürülemez. Onlar belki doktor olabilirler ancak “hekim” olmayı başaramamışlardır. İnsanları iyileştiren, onlara sağlıklı olmalarını öğütleyen doktorların veya adaylarının; sağlığa zararlı olduğu kesin olan bir eylemi hastaların gözü önünde gerçekleştirmeleri insanlık için çok trajik bir durum. Eğer “Hekimler hasta mı iyileştirir, yoksa sağlığın devamını mı sağlar?” sorusuna “her ikisi de” cevabını veriyorsak bu sigara içenlerin henüz hekim olamadıklarını da rahatlıkla söyleyebiliriz. Ayrıca, toplumda “imam, hoca” gibi unvanlara sahip bireyler de bu trajik eylemin failleri oluyorlar, çok ilginç. Bir imamın, hocanın, tabibin sigara içtiği ortamda insanlara bunun ne kadar büyük günah olduğunu yahut sağlığa zararlı olduğunu -belki anlatabilirsiniz ama- öğretemezsiniz. Öğretemeyeceğiniz aşikarken anlatmaya kalkışmanız da herkesin vaktini çalmaktan öteye geçemiyor tabi. Toplumun büyük sorunlarından bir başka sorun da bu mesele oluyor.
Hiç kimseyi kınamıyorum, hiç kimse hiç kimseyi kınayamaz da. Ancak bir kimsenin gizli günahı başkadır, açık günahı başkadır. Mamafih emri bil maruf, nehyi anil münker’in çok önemli olduğunu biliyorum.
Yavuz’la biraz yürüdükten sonra amfiye döndük. 2-3 saat boyunca dersleri dinlemeye veya kendimizi dersleri dinlemeye zorlamaya devam ettik. Ders esnasında aklıma karantina günlerimiz geldi. Sahi, ne zordu o zamanlar… Temiz havayı doya doya içimize çekemiyor, okula gidemiyor, dışarıda oturamıyorduk. Hatta bazı zamanlar sokağa çıkma kısıtlamaları da oluyordu. Kimimiz sevdiklerini kaybetti ki Allah hepsine, hadisi şerifte belirtildiği gibi (Taun, her Müslüman için şehitliktir. (Buhari, Cihad 30, Tıb 30)) şehitlik makamını nasip eylesin. Kimimiz hastalandık, kimimiz zorlandık, kimimize dokunmadı. Gerçekten büyük bir imtihandaydık.
12 Mart’ta okullar tatil edilmişti ve ilerleyen süreçte uzun müddet açılmayacağı belli olunca, arkadaşlarımızla internet üzerinden toplanıp planlar yapmıştık. Bu krizi muhakkak fırsata çevirmemiz gerekiyordu.
Sağlığımızı koruyarak çalışmalar yapmaya başladık. Hareketsizliğe izin vermemeliydik, evde olsak bile ev içinde mutlaka spor yapmaya özen gösterdik. İbadetlerimizi ve tabii ki okumalarımızı artırdık. Birçoğumuz için bu dönem, kafirlerden farklı olduğumuzun ispatı namazlarımızı en güzeliyle, cemaatle kılmaya daha özen gösterdiğimiz ve camilere daha sık gitmeye başladığımız bir dönem oldu. İlmi faaliyetlerimizi din ve tıp başta olmak üzere tarih, edebiyat, felsefe üzerine yoğunlaştırdık.
Bazı arkadaşlarımız geç farkına varmışlardı böyle bir fırsatın ama bir şevkle atıldılar çalışmaya. Aradan bir yıl geçmesine rağmen yatağından kalkamayan arkadaşlarımız da besmele çekerek bir şeyler yapmaya koyuldular.
Bu süreçte en çok da düşünmeyi, tefekkür etmeyi öğrenmiştik. “Düşünüyorum, çünkü insanım.” dedik. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın şöyle buyurduğunu işittik: اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ (Hiç düşünmüyor musunuz?- Saffat, 37/155) Kimsenin olmadığı yerlerde yürüyüp etrafa bir göz atarken, yüksek tepelere çıkıp şehre bakarken, kuşların cıvıltısını işitirken, kedilerin etrafta dolanıp yiyecek aramasına gözümüz takılırken, gece yatağa yatmadan önce günümüzü gözden geçirirken, gün içinde bir iş yaparken aklımızda şu dolandı : فَاَيْنَ تَذْهَبُونَۜ ((Hâl böyle iken) nereye gidiyorsunuz?-Tekvir, 81/26). Düşünmüyor muyduk, bu gidiş nereyeydi?
Dalmışım, derse geri döndüm.
(…)