Onlar OnlardırOnlar Onlardır
Görsel: unsplash.com

Onlar Onlardır

Uzun bir süredir hissetme yetisini kaybettiğini hissediyordu. En yakın dostu olan kendinden dahi uzaklaşmış hissediyordu kendini. Minareleri süsleyen o içli çağrılar da olmasa neredeyse bir yokluktan ibaret görüyordu kendini. Yıllar içinde, nasıl oldu da bu hale düşebildiğini bir türlü kabullenmek istemiyordu. Yıllar önce ölüme sırdaş olmuş, ölümü her vakit dört gözle bekleyen bu çocuğun şimdilerde ölüm bahsi geçince sergilediği tavır; anlamsızca donuk bir bakış atmak oluyordu sadece. Hem herkesi kendi gibi görüyordu hem de kendini herkes gibi. Yıllar geçtikçe o herkes zümresi değiştiği için kendi de istemeyerek, belki de isteyerek bu değişimin bir parçası olmuştu. Tabii kendini biraz da farklı hissediyordu bu zümreden, yine herkes gibi. Ne de olsa buruşuk pardösüsüyle bir babanın, akşam eve girince kırılgan bir yelpaze olduğunu kimse görmüyordu kendinden başka. Bu çok ürkütücü bir durumdu kendine göre. Kimsenin göremediği -veya görmek istemediği-  bir şeyi görebilmek, böyle bir sırra ortak olmak neredeyse kaldırılamayacak bir yük gibi geliyordu. Bu öyle bir sırdı ki, sırrın gerçek sahibi dahi bu sırrı onunla paylaştığını bilemiyordu çoğu zaman. Yakinen tanıdığı çoğu kişinin kalplerinde meydana gelen o katledici savaşların sonuçlarının yansımasını gözlerinden, duruşlarından, nefes alışverişlerinden, seslerinin tonundan, susuşlarından, kullandıkları kelimelerden, yürüyüşlerinden ve dahi gülüşlerinden bile rahatlıkla anlayabiliyordu1. Bu da böyle bir sırdı işte. Sırrı meydana getiren net bilgiye ulaşamasa da çoğu zaman, bu bilginin o kişide oluşturduğu harabiyeti kendi kalbinde yaşıyormuş gibi yoğun bir şekilde hissedebiliyordu. Aslında tam olarak o duyguyu hissediyordu. Kendini mefluç eden bu durumdan kurtulmak istediği olmuyor değildi. Ama ne çare. Annesinden kendine varis kaldığını düşündüğü bu durumdan kurtulamayacağının farkına varınca “durumu kabullenmek” gibi zor bir müesseseye başvurmayı deneyecekti. Böyle yapınca denize düşmüş buldu bir anda kendini. Dibe inmek için beline bağladığı sandığını, dibe ulaştığında keşfeden adam gibi bir hakikate rast gelmek üzereydi fakat denize düşen herkes gibi o da, rast geldiği ilk yılana sarılıverdi mecburen. Boğulmadı, denizden kurtuldu -ya da kurtulduğunu zannediyordu- ama kendinden büyük bir parçayı da maalesef hakkı olarak yılan dostuna kaptırdı. Buna rağmen yılan ile yapmış olduğu bu alışverişten memnundu kendisi. Birbirinin kurdu olmaya and içmiş insanlar ile kuracağı dostluktan(!) ziyade böyle bir alışveriş kendi için ümitvar bir hakikatti. Yılana sarılmasaydı bulacağı hakikat ise ölümle tanışıncaya dek bir tohum gibi içinde yaşayacaktı. İşte bu tohum için kalbinden bir toprak parçasını yılana bırakmıştı. Yılan ile alışverişleri bundan ibaretti aslında. Fakat satranç tahtasında “vezire vezir” hamlesinde verilen vezir bundan daha değerli olamazdı! Kim mat oldu derseniz, oyun hala devam ediyor.

“hiçbir şey söylemeyen sözlere varmak için
her şeyin sonuna kadar söylenmesi gerekti
incir… yarpuz… karamela…
lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh.”2

Dipnotlar
  1. “Şüphesiz Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.” Bizim böyle bir iddiada bulunmadığımızı kesinlikle vurgulamamız gerek.
  2. İsmet Özel, ILS SONT EUX.
Yorumlar
Yorumlar yükleniyor...
Sen de bir yorum yaz
E-posta adresiniz kimseyle paylaşılmayacak.

En Çok Okunanlar

01




02




03




04




05




Sizin İçin Seçtiklerimiz






Tıbbiyeli Dergi















Son Yorumlar