Uygarlık ve Medeniyet Üzerine Mukayese - 1
İslam medeniyettir, Batı uygarlıktır, der Yusuf Kaplan.
Medeniyet kavramı bizde 19. yüzyılda , batının civilization kavramına karşılık olarak türetilmiştir. Her kavramda olduğu gibi bu iki kavram da, menşei toprakların kokusunu taşımaktadır. Cumhuriyet devrimleri döneminde medeniyet kavramından rahatsız olunmuş olacak ki yerine uygarlık kelimesi türetilmiştir.
Civilization kavramını etimolojik olarak irdelersek kent manasına gelen civitas kelimesinden türediğini görürüz. Buna karşılık medeniyet kavramı ise Medine’den gelmektedir. Peygamber Efendimiz Yesrib’e hicret ettiğinde buraya Medine-i Nebi denilmiştir. Medine Arapçada şehir demektir ve kökü ise deyndir. Din kelimesi de aynı kökten gelir. Ve manası borç demektir. Kulun, rabbinin kendisine verdiği nimetlere karşılık şükürle borcunu eda etmesi gibi bir anlam da çıkarılabilir. Bu kavram yerine türetilen Uygarlık kavramı ise uygardan gelir. Uygar kelimesi ise Uygur'dan türetilmiştir. Yerleşik düzene geçen ilk Türk topluluğu olduğu için onlardan ilham alınmıştır.1
Uygarlık ve medeniyet kavramlarının kökeni üzerine yaptığımız irdelemede görüyoruz ki; Bir tarafta kavmimizin yerleşik hayata geçip, örf ve adetleriyle evler, sokaklar inşa edip yalnızca beşeri boyutta bir kültür ortaya koyması durumu varken diğer tarafta bunun daha da ötesinde bir alem tasavvuru ortaya koyan, yaratılış gayemizi hatırlatan, tamama eren güzel ahlakla mekanı bürüme durumu söz konusudur. Yani bir yerde yalnızca mülk alemi boyutunda iş yapmak varken diğer tarafta bunun ötesinde mülke, eşyaya ruh giydirme gayreti söz konusudur. Durum böyle olunca uygarlık kavramı yalnız mülk boyutunda kaldığından ve medeniyet kavramının İslam ile münasebetinden dolayı, seküler zeminde ortaya çıkan civilization yerine uygarlık kavramının kullanılması daha yerinde olacaktır.
Mevzuyu daha iyi anlayabilmek için. Sıkça birbiri yerine kullanılan şehir ve kent kavramlarını da kısaca irdeleyecek olursak:
İslam’da şehir, tevhid kavramlarının tecessüm ettiği kültürlerle bezenmiş, Müslüman yerleşkesidir. Bu yalnızca Müslümanların yaşadığı anlamına gelmez. Tam aksine din, dil ve ırk gözetmeksizin tüm insanları kucaklayıcı mahiyettedir. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu dağılmadan önce İstanbul’daki ve Selanik’teki ve diğer büyük şehirlerdeki Müslüman nüfusunun oranı buna delalet eder.2 Müslümanların şehir planlanmasında, tevhidin zuhuru mahiyetinde öyle bir manzara vardır ki, bu, merkezde caminin yahut bir külliyenin oluşu ve tüm sokakların buraya doğru akmasıdır. Aynı, tüm Müslümanların tek kıblesinin Kabe olması gibi, şehirli Müslümanların da şehirlerindeki merkezi Camidir. Çünkü cami toplayandır, birleştirendir.
Kültürel hüviyetini hala muhafaza edebilmiş Safranbolu'da bu tasavvurun bir yansımasını görebilirsiniz.
Öte yandan, İslam’la ünsiyeti olmayan zihniyetin şehir tasavvuruna (ki ben buna kent demeyi tercih ediyorum) baktığımızda, maddenin ruhsuz ama muntazam ve estetik bir şekilde inşa edilmesi söz konusudur. Seküler hayat görüşünün hakim olması kent algısını yalnızca mülk boyutuna indirgemektedir. Yusuf Kaplan’ın tabiriyle Mülk alemine malik olma güdüsüne tutsaktır. Yaşanılan varoluş sancısını dünyalıklarla uyuşturma çabası hakimdir. Bundan dolayı kentliler için ölüm soğuk ve ürperticidir. Mümkün olduğu kadar kabirleri ötede tutmaya, ölüm unutulmaya çalışılır.
Bu mukayese sonucundan da şehirin, İslam ile müsemma olan medeniyet kavramına, mülk aleminden ibaret olan kentin ise uygarlığa (civilizationa) daha yakın kavramlar olduğuna; mülk ve beşeri faaliyetler boyutunda kalan, irfandan uzak olan uygarlık kavramının medeniyet olmadığı sonucuna varabiliriz.
Tüm bu çıkarımları kavramların derinliklerini göz önüne alarak tefekkür etmek gerekliliğini unutmamak lazımdır. Yazımı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir sözüyle bitirmek istiyorum:
Cedlerimiz inşa etmiyorlar, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı…
- http://nerdengeliyo.com/uygarlik/
- https://tr.wikipedia.org/wiki/1893_Osmanlı_İmparatorluğu_nüfus_sayımı
- Savaş Ş. Barkçin, Medeniyet Aklı, Mostar, İstanbul 2019, s.38