Yusuf Kaplan ile Söyleşi
Hocam artık klişe haline gelmiş olan “Gençlik nereye gidiyor?” sorusuna siz ne cevap verirsiniz?
Bu soru Türkiye ve İslam dünyası nereye gidiyor sorusundan bağımsız cevap verilebilecek bir soru değil. Türkiye nereye gidiyor sorusunun cevabını vermek için de Türkiye’nin ve İslam dünyasının başına ne geldiğini bilmemiz lazım. Şu anda Müslümanlar zokayı yutmuş durumdalar. Batıyı medeniyet sanıyoruz.
Batı uygarlıktır, İslam medeniyettir. Yani medeniyet dediğimizde anlamamız gereken şey uygarlık değil, ‘civilization’ değil, ‘hadariye’ değildir…
Uygarlık ve medeniyetin farkını açar mısınız?
Uygarlık güce dayanır. Dolayısıyla iki strateji üzerinden hegemonya üretmeye çalışır. Birincisi: asimilasyon, kendine benzetme; ikincisi: eliminasyon stratejisi, eritme… Greklerle başlayan bir şey bu… Gücü eksene alır. Gücü ele geçirme güdüsü uygarlığı güder. Modern Avrupa uygarlığının temellerini atan Descartes “tabiatın efendileri ve hakimleri olacağız” diyor… Francis Bacon ise “bilgi güçtür” der. Aslında burada özne bilgi değil, güçtür. Burada şunu demek istiyor, gücü ele geçirmenin yolu bilgiden geçer. Burada amaç güçtür.
Batıyı bu düşünceye iten şeyin kökeni nedir?
Tanrı fikrini, hakikat fikrini yitirmişler, ontolojik güvensizlik duygusu yaşıyorlar. Kendine olan güvenini yitiren bir toplumun insanlığın önünü açması mümkün değil.
İnsan melekut aleminden süt emdiği zaman mülk aleminde meleksi melekeleri gelişebilir. Melekuti alemden süt emmek demek ilahi olandan beslenmek demek. Eğer insan melekut aleminden süt emmezse mülk alemine malik olma güdüsüne esir olur…
Peki hocam kendi medeniyetimize baktığımızda gençliğin esasen fark etmesi gereken şey nedir?
Şu üç şeyi farketmeliler. Birincisi, Mekke sürecinde Müslüman zihni inşa edilmiştir. İkincisi, Medine’de Müslümanca yaşama zemini oluşturulmuştur. Bakın önce şuurdan, bilinçten bahsettim. Akidenin inşa edilmesi lazım. Üçüncüsü, ikisinin birleşimi olarak zaman… Bu çok önemli. Biz bu üç Z’yi yitirdiğimiz için kaybettik. Zihnimiz Müslümanca düşünmüyor. Zemin Müslümanca yaşama zemini değil. Medine yok! Medine göçtüğü için medeniyet göçtü. Zaman bana ait değil. Biz diyoruz ki bir çağrımız var. Halbuki gerçekten var mı? Hayır yok. Nereden anlıyoruz, eğer çağrımız olsaydı çağımızı kurmuş olurduk. Zaman Müslümanların zamanı olurdu, çağ bana ait olurdu.
Bakın burada üç usûl cümlesinden yola çıkabiliriz. Usûl olmadan vusul olmaz!
Birincisi, “içinde yaşadığınız çağı tanımak zorundasınız, içinde yaşadığınız çağı tanımazsanız tanımlanırsınız. Tanıyamadığınız bir çağı değiştirme iddiasında bulunamazsınız.” Tanırsanız tanımlamaya başlarsınız. Tanımadığınız bir şey hakkında ezbere konuşursunuz. Çağı tanımanın yolu ümmileşmekten geçer. Ümmileşmek, bütün çağları ve çağrılarını bilip tanımadığını ilan etmektir. Ümmileşemeden ümmetleşilemez. Zihin müslümanlaşmalı. Seküler algılama biçimlerinden kurtulmalı. Maalesef zihnimiz çağdaş hurafeler çöplüğüne dönmüş durumda.
İkincisi, “başkalarının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız”. Bir dünya kuracaksanız kendi kavramlarınız üzerinden kurabilirsiniz. Bu, başka medeniyetlerin dillerinden bir şeyler ödünç almayacağız demek değil. Bütün medeniyetlerden besleneceksin ve bütün medeniyetleri de besleyeceksin. Ama vahyin süzgecinden geçirerek besleneceksin…
Üçüncüsü “mevziniz mevzunuzu belirler”. Durduğunuz yer gördüğünüz şeyi belirler. Yani bugün Müslümanların sorunu zihinlerinin işgal edilmesidir. Zihnin nasıl işgal edildiğiyle ilgili, bir soruyu iki farklı biçimde soracağım. ‘Avrupa neresi, İslam nereye düşer?’ burada Avrupa tanımlayan, İslam tanımlanan. Avrupa özne, İslam nesne. Asıl sormam gereken ‘İslam neresi Avrupa nereye düşer?’. Biz merkez olmalıyız. Güneş gibi…Bütün medeniyetleri beslemeliyiz.
Bakın ne demiştik, uygarlık gücü eksene alıp şiddete dayalı ilişki biçimleri geliştirir, medeniyet ise ‘hikmeti’ eksene alır.
Hocam sizin için hikmet nedir?
Bir şeyi ne ise o olarak algılamaktır. Teorik olan bir şeyin hayata aktarılmasıdır. Mekke artı Medine hikmettir. İlim artı irfan hikmettir. İlim bilme yolculuğu, fikir süreci; irfan bulma yolculuğu, zikir sürecidir; hikmet olma yolculuğu, şükür sürecidir. İlim akılla, irfan kalple, hikmet ruhla yapılır…
Birinci medeniyet krizinde Müslümanlar her şeylerini kaybettiler. Ama bir şeylerin kaybetmediler imanlarını-kendine olan güvenlerini. Hazırlık yaptılar. Mahşerin 3 atlısı meydana çıktı: temel koyucu Gazali, uygulayıcı Nizamülmülk, kurucu Melikşah... Bu üç şahsiyet olmadan olmaz. Şu an ihtiyacını hissettiğimiz şey bu üçü. Bunlar olmadan olmaz. Çeyrek asırda bin yılı kurdular… Şu an yaşadığımız 2. medeniyet krizinde zihin gitmiş, zemin gitmiş, zaman gitmiş. Müslümanlarda bir şüphe var. Çağdaş Müslüman düşünürlerinin metinlerine baktığınızda bunu görürsünüz… Seyyid Kutup, Muhammed İkbal, Sezai Karakoç… Hepsinin ortak olarak üzerinde yoğun bir şekilde kafa yorduğu mesele şüphedir.
Yani biz kendimize olan güvenimizi kaybettik…
Maalesef…İslam neresi Avrupa nereye düşer diye soramıyoruz…Herkesin kafasında bir algı var. Müslümanlar geri kaldı. Peki ileri giden neyle ileri gitti, teknoloji… Bakın, araç! Güç üreten araç! Dikkat edin. Nükleer teknoloji… Bir düğmeye basarak insanlığı yok edebilirsin. Böyle ilerleme mi olur? Bu niceliğin hükümranlığıdır, niteliğin değil. Araçları amaçlaştırdılar… Başımıza ne geldiğini iyi bilmek gerek…
“Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felaket başına ne geldiğini bilmemesidir!”